Bir yol hikâyesi
İki hafta önce Çok Yıldızlı Tatil isimli bir yazı kaleme almıştım. Beş yıldızlı otellerin israflı konseptlerinden uzak dört köşesi cennet bahçesi olan güzel ülkemizin doğa harikası güzelliklerini yerinde görmek için ve sayısı kısıtlı yıldızlar yerine çok yıldızlı tatilin sefasını sürmek gerektiğini vurgulamıştım. Yılda en az bir haftayı kendimize ayırıp doğal güzellikleri yerinde görmek adına kendimiz için yapabileceğimiz en güzel eylemlerden birini yapmış olmanın huzurunu içimizde hissedeceğiz.
Bir yazar olarak yazının okurda tesirli olmasının ilk şartlarında birisi yazarın yazısını yaşamış olması gerektiğidir. Kişi, yazar olarak inandığı ve yaptığı şeyleri kaleme aldığı vakit yazı daha anlamlı olur. Bugüne kadar yazılarımda mümkün olduğunca inandığım değerleri kaleme almaya çalıştım. Bu anlamda da yazdığım bütün yazıların altına imzamı gönül rahatlığıyla atıyorum. Bu yazılarımdan biri de “Çok Yıldızlı Tatil” yazısı idi. Orada sizinle paylaştığım ve yapmanızı tavsiye ettiğim olayları daha önce güzel ülkemizin Doğu Karadeniz ile Doğu Anadolu bölgelerine giderek bizzat yaşayarak yazmıştım. Bu yaz ayında ise İç Anadolu ile Batı Akdeniz bölgelerine giderek yaşadığım güzelliklerin bir kısmını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bir yol hikâyemiz, bu sefer İç Anadolu’nun bereketli toprakları Konya'dan başladı. Ereğli’den geçerken geçmişin izlerine tanıklık ettik, Karapınar'da şehrin beton yığınlarına inat toprak bereketli halini tefekkür ettik. Karapınar'dan sonra Hz. Mevlana'nın “İsfahan’dan çıktım, çektim besmele, hamd-ü senalar olsun geldim İsmil’e” diyerek bizzat ismini zikrettiği belde İsmil'in kahverengi sulu kaplıcalarıyla ünlenmeye başladığını ve kenti doğal şifa merkezi haline getirdiğini görüyoruz.
Konya’ya hoş geldiğimizi görürken Mevlana Celaleddin Rumî’ye selam verdik. Babası Sultanü’l Ulema Bahaeddin Veled'in kabri uzerine bir türbe yaptırılması talebine Mevlana Hazretleri “Gök kubbeden daha iyi türbe mi olur?” diyerek bu isteği reddetmiştir. Lakin kendisi 7 Aralık 1273 (Şeb-i Arus) yılında vefat edince oğlu Sultan Veled babasının mezarının üstünde türbe yaptırmak isteyenlerin isteklerini kabul edip ‘Kubbe-i Hadra’ (Yeşil Türbe), Mimar Tebrizli Bedreddin’e yaptırılmıştır. Son ziyaretimizde ise bu kubbenin restore edildiğine şahitlik ettik.
Konya'da uzun süreli yaşamamış olmama rağmen bu şehre her gelişimde kendimi buraya ait hissederim. Nedenini bildiğim halde yine de şehir ile aramdaki gizemi bir ömür saklı tutmak adına bu nedeni dillendirmem. Bu şehir ile aramda olan bir tılsımın ortak paydası gibiyiz. Öteden bir dostluk ile birbirimize bağlıyız.
Manevi iklimin doruklarındaki Konya’ya veda ettikten sonra hız limitlerinin altında bir seyir ile doğanın muhteşem zirvelerine Seydişehir ile Akseki arasında ulaştık. Yaz mevsiminin sürprizi bizi burada karşıladı. Virajlı yollarda aheste aheste ilerlerken mevsime inat yaramaz çocuk misali yağmur atıştırmaya başladı. İlkin “yaz yağmurudur, birazdan diner.” dedik, ancak her kilometrede kara bulutlar içindeki rahmeti üzerimize yağdırmaya devam etti. O esnada arabamızın camını açarak yağmurun, toprağın, ağaçların ve doğanın kokusunu içimize çektik. Hatta yol kenarında közde demlenen bir bardak çay ile yağmura selama durduk. Hani çok yıldızlı tatil diyorduk ya, bu sefer bol rahmetli bir tatil oldu. Seydişehir-Akseki arasında 1825 rakımlı Alacabel'de rahmet de, yağmur da, doğal güzellikler de zirveye ulaştı. Sonrasında İç Anadolu'ya veda edip Akdeniz'e merhaba dedik.
Akdeniz’de hayat iki renk; birimiz mavi, birimiz yeşil. Bir yanımız toprak, diğer yanımız su. Orman ile deniz ikiz kardeş Akdeniz’de. Denize nazır bir tepede ağaçların arasına kurup çadırınızı çok yıldızlı göğün altında seyre dalın âlemi. Gecenin sessizliğinde doğanın sesini dinleyerek huzur dolu bir uykuya dalabilirsiniz. Sabah kuşların cıvıltısının sizi uyandıracağından emin olabilirsiniz. Şimdi yeniden yola koyulma vakti…
Siz, henüz tatil planı yapmadıysanız geç kalmış sayılmazsınız. Doğa en doğal haliyle sizi bekliyor. Yolunuz açık olsun.