Sadreddin Yüksel Hocamızı Hayırla Yad ediyoruz
YAŞAM
26.12.2013 - 13:34, Güncelleme:
26.12.2020 - 09:55
Sadreddin Yüksel Hocamızı Hayırla Yad ediyoruz
Âlimler bıraktıkları eserler ile bilinir ve değerlendirilirler. Mevlana, Mesnevisiyle; Molla Cezeri, Divanıyla; Bediüzzaman, Risaleleri ile anılırlar. Sadreddin Yüksel hocamız hem eserleri ile hem de İslami davaya kurban verdiği evladı ve tevhidi bilince hizmet eden ailesiyle yâd ediliyor.
Âlimler bıraktıkları eserler ile bilinir ve değerlendirilirler. Mevlana, Mesnevisiyle; Molla Cezeri, Divanıyla; Bediüzzaman, Risaleleri ile anılırlar. Sadreddin Yüksel hocamız hem eserleri ile hem de İslami davaya kurban verdiği evladı ve tevhidi bilince hizmet eden ailesiyle yâd ediliyor.
SIKINTILARLA DOLU BİR HAYAT
Aslen Bitlis’in Adilcevaz İlçesi’nin Koçeri Köyü’nden olup Konya’nın Sarayönü ilçesinde doğdu. Yukarıdaki başlıkta belirttiğimiz sıkıntılar aslında daha hocamız dünyaya gelmeden önce başlamış. Çünkü dedesi Ali Ağa Kafkas cephesinde şehid olmuştur. Birinci Dünya Savaşı esnasında Doğu Anadolu Bölgesi Rus ve Ermenilerin saldırısına uğrayınca babası Tahir Efendi Konya’nın Sarayönü kasabasına göç etmek zorunda kalmıştır. Burada 1919 yılında Sadreddin dünyaya gelmiş. İsmini ünlü sufi Muhyiddin-i Arabî’nin üvey oğlu Sadreddin Konevi’nden almış.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Rus ve Ermeniler çekilince aile, Koçeri Köyü’ne geri döner. Sadreddin Yüksel yedi yaşında babasını kaybeder. Ailenin hicreti sonucu gidiş-gelişi ve sonradan baba Tahir Efendi’nin kaybedilmesi Sadreddin’i yalnızlığa iter. On yaşındaki Sadreddin artık okumaya başlayacaktır. İlk etapta Muş’un Bulanık ilçesine bağlı Hırkaşin Köyü’ne gider. Burada Molla Zübeyr’den ders aldıktan bir süre sonra Norşin’e gider. Burada da bir yıl gibi bir süre kalır ve Ohin Köyü’ne geçer.
1945 yılında Bediüzzaman ile tanışır. Kendisiyle mektuplaşır. 1972 yılında evinde Risale-i Nur bulundurduğu için takibata uğrar. Uzun süre Şeyh Mazhar ve Molla Muhiddin’den ders alır. Sonra Norşin’de ders vermeye başlar. 1951 yılında Şeyh Masum’un kızı ile evlenir. Milli Şef döneminde İslam’a çok şiddetli baskılar uygulanır. Müslümanlar ağır imtihanlardan geçerler. Buna rağmen Molla Sadreddin talebe yetiştirmekten vazgeçmez. 1958 yılında Türkiye geneli yapılan müftülük sınavını birincilikle kazanır. Siirt’in Baykan ilçesine müftü olarak atanır. Fakat bu resmi görevi yapmak istemez ve istifa ederek tekrar ilim yuvalarına döner.
İSLAM DAVASINA SAHİP BİR AİLE
Girişte de belirtildiği üzere kişiler bu dünyada bıraktıkları eserler ile değerlendirilir ve değer görürler. Sadreddin Yüksel hocamız, bıraktığı pek çok eserle insanları imanın hakikatlerine çağırmış biridir. Ayrıca yetiştirdiği talebeler ile de bu hizmetin devamını temin etmiştir. Bir de çocuklarını çok iyi yetiştirir. Her ne kadar oğlu Edip Yüksel ile reddiye yazacak kadar ihtilaf içine girdiyse de çocukları İslami davetin içinde olmuşlardır. Özellikle oğullarından Metin Yüksel, 12 Eylül arifesinde İslami mücadelede sivrilir. Bu çalışmalardan rahatsızlık duyan şer odaklarınca İstanbul Fatih Camii avlusunda şehid edilir. Kızı Süreyya, tevhidi çalışmalar yapar, bu bilince sahip kadınlar yetiştirmek için ailesinin omzuna omuz verir. İsmi ile müsemma olup Süreyya yıldızı gibi parıldayan kızı, arkasından nice talebeler bırakır. Oğullarından Müfit Yüksel, sosyolog olarak halen yazın hayatımızın içindedir.
ARAP DİLİNE HÂKİMDİ
Sadreddin Hoca usul, kelam, siyer, fıkıh, sarf ve nahiv derslerinde üstad olarak anılırdı. Ayrıca şiire de önem verir ve Gülistan, Molla Camii Divanı, İbni Farız Divanı, Hafız Divanı, Halid-i Bağdadi Divanı gibi eserleri okuturdu. Çağdaş âlimlerden de istifade eden Merhum hocamız özellikle Hasan el-Benna ve Seyyid Kutub’un eselerini okur ve ders verirdi. Üstad Bediüzzaman’ın İşaratü’l-İcaz adlı eserini yayına hazırlamış ve Arapça takriz yazmıştı.
Türkiye’deki aykırı düşüncelere karşı reddiyeler yazıp onlara karşı ilmi makaleler kaleme aldı. Yukarıda da belirtildiği üzere kendi oğlu Edip Yüksel’in “Kur’an’da 19 Mucizesi” fikrine karşı reddiye yazıp tenkid etti. Dört mezhebe vakıftı ve fetvalarını bunlara dayandırdı. Vaaz ve nasihatlerine de bu arada devam ediyordu. Şunu çok açık şekilde diyebiliriz ki onun bütün derdi dünya değil, ahiret idi.
Molla Sadreddin Yüksel, derslerini genellikle Nakşî üstatlardan aldı. Dolayısıyla kendisinin yetiştiği medreseler aynı zamanda birer Nakşibendî tekkesiydi. Bu tarik üzere terbiye aldı. Bu tarikin kendisi üzerinde olumlu tesirleri vardı.
REJİM İLE PROBLEMLİYDİ
Sadreddin hocamız rejimle barışık değildi. Belki de bu nedenle tam olarak tanınmadı. Basın kendisine layıkıyla ilgi göstermedi. Sadreddin Hoca, Şeriatın uygulanması düşüncesindeydi. Bu nedenle sistemle ters düşüyordu. İslami düzenin hayatın her safhasına hâkim olması gerektiğine inanıyor ve bu uğurda çalışıyordu. Tabi bu şekilde inanan ve inandığını söyleyen ve yaşamına aks ettiren bir âlimin sistem tarafından gülücüklerle karşılanması beklenmez. Çağdaş sorunların çözümlerinin bir başka yerde değil, sadece İslam’da aranmasına inanıyordu. Yukarıda da değinildiği üzere 1972 yılında evinde Risale-i Nur Külliyatı bulundurmaktan baskılara maruz kaldı.
VEFATI VE HAKKINDAKİ BEYANATLAR
Bütün ömrünü İslam’a adayan bu ilim deryası hocamız, 25 Aralık 2004 yılında aramızdan ayrıldı. Hiç fark gözetmeksizin bütün ümmetin derdi ile dertlendi. Ümmetin sorunlarına İslami çözümler üretti. Hiçbir zaman küçük dünyalık menfaatler peşinde koşmadı. 2004 yılına kadar dünyada geçirdiği her anını İslam davasına adadı ve bu şekilde birçok insanın uyanışına vesile oldu. İlmi birikimine rağmen hiç bir zaman tevazudan ödün vermedi. Bu şekilde örnek bir kişilik sergiledi. Evinin kapısı her Müslümana açıktı ve gelenlere bizzat kendi elleriyle ikram ederdi. Kendi misafirine bizzat kendisi hizmet ediyordu. Kendisinin ilmi kişiliği ve bu örnek davranışları, Metin Yüksel gibi mücahid ve şehid bir oğlu, Süreyya Yüksel gibi âlime bir kızı olması hesabıyla diyebiliriz ki bu ailenin derdi İslam’dı.
26 Aralık 2004 günü öğle namazında Fatih Camii avlusu sevenleri ile dolmuştu. Onu uğurlamaya gelenler candan bir kere daha onu ve hizmetlerini yâd ediyorlardı. Cenaze namazı ile ilgili basına yansıyanlar şöyleydi: “Namaza katılan on binlerden hoca efendiye hüsnü şehadetle haklarını helal etmesini isteyen Ömer Öncül, Sadrettin Yüksel’in 84 yıllık ömrünü ilme, Kur’an ve Sünnete adadığını, dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların dertleriyle dertlendiğini söyledi. Öncül, Sadreddin Hoca’nın hayatı boyunca öğrendiği ilimle yaşadığını, hiçbir zaman küçük dünya menfaatleri için kimsenin karşısında eğilip bükülmediğini söyledi.”
Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber.
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?
(Üstad Necip Fazıl)M.Emin Özmen / Doğruhaber
Âlimler bıraktıkları eserler ile bilinir ve değerlendirilirler. Mevlana, Mesnevisiyle; Molla Cezeri, Divanıyla; Bediüzzaman, Risaleleri ile anılırlar. Sadreddin Yüksel hocamız hem eserleri ile hem de İslami davaya kurban verdiği evladı ve tevhidi bilince hizmet eden ailesiyle yâd ediliyor.
Âlimler bıraktıkları eserler ile bilinir ve değerlendirilirler. Mevlana, Mesnevisiyle; Molla Cezeri, Divanıyla; Bediüzzaman, Risaleleri ile anılırlar. Sadreddin Yüksel hocamız hem eserleri ile hem de İslami davaya kurban verdiği evladı ve tevhidi bilince hizmet eden ailesiyle yâd ediliyor.
SIKINTILARLA DOLU BİR HAYAT
Aslen Bitlis’in Adilcevaz İlçesi’nin Koçeri Köyü’nden olup Konya’nın Sarayönü ilçesinde doğdu. Yukarıdaki başlıkta belirttiğimiz sıkıntılar aslında daha hocamız dünyaya gelmeden önce başlamış. Çünkü dedesi Ali Ağa Kafkas cephesinde şehid olmuştur. Birinci Dünya Savaşı esnasında Doğu Anadolu Bölgesi Rus ve Ermenilerin saldırısına uğrayınca babası Tahir Efendi Konya’nın Sarayönü kasabasına göç etmek zorunda kalmıştır. Burada 1919 yılında Sadreddin dünyaya gelmiş. İsmini ünlü sufi Muhyiddin-i Arabî’nin üvey oğlu Sadreddin Konevi’nden almış.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Rus ve Ermeniler çekilince aile, Koçeri Köyü’ne geri döner. Sadreddin Yüksel yedi yaşında babasını kaybeder. Ailenin hicreti sonucu gidiş-gelişi ve sonradan baba Tahir Efendi’nin kaybedilmesi Sadreddin’i yalnızlığa iter. On yaşındaki Sadreddin artık okumaya başlayacaktır. İlk etapta Muş’un Bulanık ilçesine bağlı Hırkaşin Köyü’ne gider. Burada Molla Zübeyr’den ders aldıktan bir süre sonra Norşin’e gider. Burada da bir yıl gibi bir süre kalır ve Ohin Köyü’ne geçer.
1945 yılında Bediüzzaman ile tanışır. Kendisiyle mektuplaşır. 1972 yılında evinde Risale-i Nur bulundurduğu için takibata uğrar. Uzun süre Şeyh Mazhar ve Molla Muhiddin’den ders alır. Sonra Norşin’de ders vermeye başlar. 1951 yılında Şeyh Masum’un kızı ile evlenir. Milli Şef döneminde İslam’a çok şiddetli baskılar uygulanır. Müslümanlar ağır imtihanlardan geçerler. Buna rağmen Molla Sadreddin talebe yetiştirmekten vazgeçmez. 1958 yılında Türkiye geneli yapılan müftülük sınavını birincilikle kazanır. Siirt’in Baykan ilçesine müftü olarak atanır. Fakat bu resmi görevi yapmak istemez ve istifa ederek tekrar ilim yuvalarına döner.
İSLAM DAVASINA SAHİP BİR AİLE
Girişte de belirtildiği üzere kişiler bu dünyada bıraktıkları eserler ile değerlendirilir ve değer görürler. Sadreddin Yüksel hocamız, bıraktığı pek çok eserle insanları imanın hakikatlerine çağırmış biridir. Ayrıca yetiştirdiği talebeler ile de bu hizmetin devamını temin etmiştir. Bir de çocuklarını çok iyi yetiştirir. Her ne kadar oğlu Edip Yüksel ile reddiye yazacak kadar ihtilaf içine girdiyse de çocukları İslami davetin içinde olmuşlardır. Özellikle oğullarından Metin Yüksel, 12 Eylül arifesinde İslami mücadelede sivrilir. Bu çalışmalardan rahatsızlık duyan şer odaklarınca İstanbul Fatih Camii avlusunda şehid edilir. Kızı Süreyya, tevhidi çalışmalar yapar, bu bilince sahip kadınlar yetiştirmek için ailesinin omzuna omuz verir. İsmi ile müsemma olup Süreyya yıldızı gibi parıldayan kızı, arkasından nice talebeler bırakır. Oğullarından Müfit Yüksel, sosyolog olarak halen yazın hayatımızın içindedir.
ARAP DİLİNE HÂKİMDİ
Sadreddin Hoca usul, kelam, siyer, fıkıh, sarf ve nahiv derslerinde üstad olarak anılırdı. Ayrıca şiire de önem verir ve Gülistan, Molla Camii Divanı, İbni Farız Divanı, Hafız Divanı, Halid-i Bağdadi Divanı gibi eserleri okuturdu. Çağdaş âlimlerden de istifade eden Merhum hocamız özellikle Hasan el-Benna ve Seyyid Kutub’un eselerini okur ve ders verirdi. Üstad Bediüzzaman’ın İşaratü’l-İcaz adlı eserini yayına hazırlamış ve Arapça takriz yazmıştı.
Türkiye’deki aykırı düşüncelere karşı reddiyeler yazıp onlara karşı ilmi makaleler kaleme aldı. Yukarıda da belirtildiği üzere kendi oğlu Edip Yüksel’in “Kur’an’da 19 Mucizesi” fikrine karşı reddiye yazıp tenkid etti. Dört mezhebe vakıftı ve fetvalarını bunlara dayandırdı. Vaaz ve nasihatlerine de bu arada devam ediyordu. Şunu çok açık şekilde diyebiliriz ki onun bütün derdi dünya değil, ahiret idi.
Molla Sadreddin Yüksel, derslerini genellikle Nakşî üstatlardan aldı. Dolayısıyla kendisinin yetiştiği medreseler aynı zamanda birer Nakşibendî tekkesiydi. Bu tarik üzere terbiye aldı. Bu tarikin kendisi üzerinde olumlu tesirleri vardı.
REJİM İLE PROBLEMLİYDİ
Sadreddin hocamız rejimle barışık değildi. Belki de bu nedenle tam olarak tanınmadı. Basın kendisine layıkıyla ilgi göstermedi. Sadreddin Hoca, Şeriatın uygulanması düşüncesindeydi. Bu nedenle sistemle ters düşüyordu. İslami düzenin hayatın her safhasına hâkim olması gerektiğine inanıyor ve bu uğurda çalışıyordu. Tabi bu şekilde inanan ve inandığını söyleyen ve yaşamına aks ettiren bir âlimin sistem tarafından gülücüklerle karşılanması beklenmez. Çağdaş sorunların çözümlerinin bir başka yerde değil, sadece İslam’da aranmasına inanıyordu. Yukarıda da değinildiği üzere 1972 yılında evinde Risale-i Nur Külliyatı bulundurmaktan baskılara maruz kaldı.
VEFATI VE HAKKINDAKİ BEYANATLAR
Bütün ömrünü İslam’a adayan bu ilim deryası hocamız, 25 Aralık 2004 yılında aramızdan ayrıldı. Hiç fark gözetmeksizin bütün ümmetin derdi ile dertlendi. Ümmetin sorunlarına İslami çözümler üretti. Hiçbir zaman küçük dünyalık menfaatler peşinde koşmadı. 2004 yılına kadar dünyada geçirdiği her anını İslam davasına adadı ve bu şekilde birçok insanın uyanışına vesile oldu.
İlmi birikimine rağmen hiç bir zaman tevazudan ödün vermedi. Bu şekilde örnek bir kişilik sergiledi. Evinin kapısı her Müslümana açıktı ve gelenlere bizzat kendi elleriyle ikram ederdi. Kendi misafirine bizzat kendisi hizmet ediyordu. Kendisinin ilmi kişiliği ve bu örnek davranışları, Metin Yüksel gibi mücahid ve şehid bir oğlu, Süreyya Yüksel gibi âlime bir kızı olması hesabıyla diyebiliriz ki bu ailenin derdi İslam’dı.
26 Aralık 2004 günü öğle namazında Fatih Camii avlusu sevenleri ile dolmuştu. Onu uğurlamaya gelenler candan bir kere daha onu ve hizmetlerini yâd ediyorlardı. Cenaze namazı ile ilgili basına yansıyanlar şöyleydi: “Namaza katılan on binlerden hoca efendiye hüsnü şehadetle haklarını helal etmesini isteyen Ömer Öncül, Sadrettin Yüksel’in 84 yıllık ömrünü ilme, Kur’an ve Sünnete adadığını, dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların dertleriyle dertlendiğini söyledi. Öncül, Sadreddin Hoca’nın hayatı boyunca öğrendiği ilimle yaşadığını, hiçbir zaman küçük dünya menfaatleri için kimsenin karşısında eğilip bükülmediğini söyledi.”
Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber.
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?
(Üstad Necip Fazıl)
M.Emin Özmen / Doğruhaber
Bengisu Medya Grup
Habere ifade bırak !
Bu habere hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.