Kahve Kitap

ARAKAN'DA BUDİST VAHŞET DEVAM EDİYOR

DÜNYA 24.09.2013 - 14:31, Güncelleme: 26.12.2020 - 09:55
 

ARAKAN'DA BUDİST VAHŞET DEVAM EDİYOR

İHH Adana partner kuruluşu ADYAR'ın başkanlığını yapan Veysel Tepeli'nin Arakan gezi notlarını heyecanla okuyacaksınız..

İHH(İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı) Asya Masasından arkadaşlarla bir haftadır konuştuğumuz Arakan programı nihayet bu sabah kesinleşti (26 Temmuz 2013 Cuma). Yolculuk yarın akşam 20:00’da.   Bir yıldan fazladır Arakan’a (Myanmar’a) gitmek istiyordum, nasip bu güneymiş. 3 ay önce girişimimiz oldu fakat Myanmar Elçiliği can güvenliği yok diye vize vermemişti.   Hala vize alabilmiş değiliz. Tayland’a gidip oradaki Myanmar Elçiliğinden vize talep edeceğiz. Verecekleri kesin değil. Ramazanın başında İHH’dan giden ekibin vize almayı başarması bize umut veriyor.   Cumartesi gece 22:00 civarı İHH merkezden Mehmet Gündüz kardeşimle İstanbul Atatürk Havaalanında buluşuyoruz. İkimiz yalnız gideceğiz. Gelmek isteyen çok arkadaş var fakat vize alınmasının kesin olmaması, bölgedeki belirsizlik ve yüksek tansiyon bunu mümkün kılmıyor.   Nasip olursa İHH’nın Arakan’da inşa ettiği baraka, tuvalet, banyo, su kuyularını kontrol etmeye ve Ramazan yardımlarının dağıtımına iştirak etmeye gideceğiz. Ayrıca yetimhane için zemin yoklayacağız.   1. GÜN (28 Temmuz Pazar)   Bangkok uçağımız yarım saat rötarla gece 01:00 civarı havalanıyor. 9 saatlik bir yolculuktan sonra Suvarnabhumi Havaalanına iniyoruz.   Pistteki İsrail uçakları ve içeride başı kippalı İsrailliler dikkatimi çekiyor. Yahudilerin dolandıkları yerde kan, gözyaşı, soykırım eksik olmuyor. Bu nedenle huzursuz oluyorum.   Çıkışta hafif yağan bir muson yağmuru var. Hava kapalı ama nemli, insanı bunaltıyor.   2. GÜN (29 Temmuz Pazartesi)   Myanmar Elçiliğine yakın bir otelde geceyi geçirip sabah 08:00’da vize için çıkıyoruz. Elçiliğin yakınında vize işlemleri ve kırtasiye işiyle uğraşan bir dükkâna giriyoruz. Dükkân sahibi vize takip işiyle uğraşıyor. Vize işimizin bir takipçi tarafından yapılmasının daha iyi olabileceğini düşünüyoruz.   Takipçi adam evraklarımıza bakıyor; Müslüman kişilerin vizelerinde sıkıntı olduğunu, eğer gerekirse bir hafta kadar bekleyip bekleyemeyeceğimizi soruyor. Mümkün olmadığını, bugün olumlu ya da olumsuz bir cevap almamız gerektiğini, belki yarını bekleyebileceğimizi söylüyoruz. Adam evraklarımızı alıp akşamüstü 16:00 gibi sonuçlanacağını söylüyor. Telefon numaramızı verip çıkıyoruz.   Otelden çıkışımızı yapıyoruz. Saat 16:00’a daha çok var. Mehmet’le beraber Bangkok’u gezelim diyoruz.   Bangkok sokaklarında dolaşırken baharatlı yemek kokuları binaların rutubet ve küf kokularıyla karışıyor. Oruçluyken hiç çekilecek gibi değil. İnsanda iştah kalmıyor.     3 yıl önce Pattani’ye geçmek üzere tekrar buraya gelmiştim. Onca yeri gezdim ama Bangkok gibi ruhumu sıkan başka bir yer hatırlamıyorum. Oysa gerek tarihi olsun gerekse kültürü olsun çok zengin ve dikkat çekici. Ama sevemedim; Amerika ve Batının pislik çukuru gibi geliyor.   Turizm görevlisi biri elimize bir harita ve üzerinde tavsiye olarak çizdiği birkaç noktayı göstererek bizi bir motorsiklet taksiye emanet ediyor. Adam bizi yaklaşık 2 saat gezdiriyor. Birçok farklı yere gidiyoruz ama bizim aklımız hala vizede; Tedirginiz, ya vize talebimizi ret ederlerse. Onca yolu gerisin geriye gitmek, hele dibine kadar gelmişken Arakan’a girememek insanı çıldırtır herhalde.   Saat 14:00, tedirginlik gezdiğimiz yerlerden zevk almamıza izin vermiyor. Taksiye atlayıp geri geliyoruz. Daha yarı yoldayken takipçi arıyor ve vizemizin kabul edildiğini saat 16:00’da hazır olacağını söylüyor. Tedirginliğin yerini coşkulu bir sevinç alıyor.   Mehmet pasaport ve vizeleri almaya giderken ben de otelde emanete verdiğimiz valizleri alıyorum.   Akşam 21:00’da Myanmar’a uçak var ama biz daha bilet almış değiliz. Direk havaalanına gidiyoruz. Taksi şoförümüz bir acayip, arabasına özel eksoz taktırmış. Yolda giderken 120’den aşağı düşmüyor, makaslar yaparak ilerliyoruz. Biran için acaba sarhoş mu diye dikkatle bakıyorum, gayet ayık gözüküyor. Filmlerdenkinden farksız gidiyoruz. Biz de acele varmak istiyoruz ama bu kadar değil tabi. Taksideki tanıtım kartında adamın soy ismi dikkatimi çekiyor. Tek bir seferde telaffuz etmek mümkün değil. Sayıyorum tam 19 kelime. Espiri olsun diye “çok kısa bir soyadınız var” diyorum ama adam anlamıyor, “yes, yes” deyip geçiyor.   Nihayet rekor bir hızla havaalanına varıyoruz. Allah'tan uçakta yer buluyoruz. Bagajları teslim edeceğiz ama adamlar bir kilo bile olsa bagajdan para alıyorlar. Bagajları teslim ettik. İftara çok az zaman kaldı. Namazımızı kılıp ondan sonra iftarımızı yapalım diyoruz. Yanımızdaki su bize yeter.   Havaalanındaki mescide girince güzel bir sürprizle karşılaşıyoruz:   Yolculardan ve havaalanındaki görevli Müslümanlardan bir gurup gazetelerle serdikleri uzun bir sofrada ezanı bekliyorlar. Bizi de buyur ediyorlar. Ezana 5 dakika var.     TAYLAND ORDUSU MÜSLÜMANLARI ALMIYOR   Sofradaki askeri üniformalı genç dikkatimi çekiyor. Bildiğim kadarıyla Tayland ordusu Müslümanlardan kimseyi kabul etmiyordu. Birazdan şaşkınlığım ikiye katlandı, bahsettiğim asker sofrada kalkıp ezan okumaya başladı.   Dünyanın dört bir köşesinden gelmiş insanlarla iftar açmak tarifsiz bir duygu. Sofrada farklı kültürlerden farklı yiyecekler var. Su içince bendeki jeton düştü; çantada Adana’dan getirdiğim poğaçalar var. Sofrada bizim kültürden de bir şey olsun diye hemen onu getirip koyuyorum.   İftardan sonra hep beraber akşam namazını eda ediyoruz. Müezzinliği yine o asker yapıyor. Mehmet’e, namazdan sonra onunla görüşelim diyorum ama gencin maşallahı var, farzdan sonra uzun bir tesbihat ve dua yaptıktan sonra sünnetleri kılmaya başlayınca uçağa yetişelim diye aceleyle çıkıyoruz.   Gece 22:00’da Myanmar’ın Yangon şehrindeki Yangon Havaalanına iniyoruz. Burası Tayland’dan yarım saat geride, Tayland’da şimdi saat 22:30.   Havaalanında bizi İHH’nın buradaki partner kuruluşu Myanmar Resorce Foundation’dan (MRF) iki kişi karşılıyor.   MÜSLÜMANLAR DIŞLANMAMAK İÇİN İSİMLERİNİ GİZLİYOR   Arabayla giderken tanışmaya çalışıyoruz. Bizimle konuşan “ismim Ahmet Khan fakat resmi adım farklı” diyor. Meğerse buradaki Müslümanların çoğu İslami adını gizliyor. Resmi yerlerde Myanmar kültüründe olan isimleri kullanıyorlarmış. İslami kimlikleri devlet nezdinde ve Budist toplumda dışlanma, engellenme nedeniymiş.   Türkiye’de kullandığımız hatlar burada işlemediği için Myanmar’da kullanılan bir GSM hattı almak istediğimizi söylüyoruz. Burada bir GSM hattının bedeli 200 dolarmış, kontör ayrıca satın alınıyormuş. Niçin böyle pahalı diyoruz, “bu en ucuzu, daha önceleri bir hat 4 bin dolardan satılıyordu” diyorlar.   Gece 23:00 gibi otele yerleşiyoruz. Mihmandarlarımız sabah 09:00’da buluşmak üzere ayrılıyorlar.   Bugün Can Suyu Derneğinden arkadaşlar da Bangkok’ta Myanmar için başvurusu yapacaklardı. Mehmet onları tanıyor, oteldeyken onların vize alamadıklarını öğreniyoruz.   3. GÜN (30 Temmuz Salı)   Sabah ezan sesini duyunca şaşırıyor ve seviniyorum. Durum anlatıldığı kadar kötü değil diye düşünüyorum.   Günün ilk ışıklarıyla otelin penceresinden merakla şehre bakıyorum. Karşımızda bir Budist tapınağı var. Rahipler karınca misali sabah temizliğindeler. Birileri ortadaki su havuzunun kenarında yıkanırken diğer bir kısmı kıyafetlerini yıkıyorlar.     Rutubetli havadan dolayı özellikle eski binalar küf ve yosun tutmuş.   Mihmandarlarımızla Myanmar Resorce Foundation (MRF) merkezine gidiyoruz. MRF merkezi Müslüman nüfusun yoğunlukta olduğu bir yerde. Burada yapılan gıda dağıtımına iştirak ediyoruz.   BANGLADEŞ SINIRINDA BÜYÜK ÇATIŞMALAR YAŞANIYOR   MRF başkanı Chit Ko Ko yurt dışında, MRF’in Sittwe sorumlusu Ko Ko Li’den çalışmalar hakkında bilgi alıyoruz. İHH’nın Arakan bölgesinde Sittwe ve Mandala’da yaptırdığı shalter denen barakaların, su kuyularının, banyo ve tuvaletlerin yarısının tamamlandığını, diğerlerinin inşaatına devam edildiğini söylüyor.   Kendilerinin ve diğer Müslümanların durumlarını soruyoruz. Yangon gibi büyük şehirlerde Müslümanlara yönelik ciddi bir şiddet eylemi olmadığını ama Bangladeş sınırına yakın Arakan bölgesinde büyük çatışmalar yaşandığını söylüyor.   İŞ BULABİLMEK İÇİN KİMLİKLERİNİ GİZLİYORLAR   Kendisinin ve diğer birçok çalışanın Müslüman kimliklerini gizlediklerini, resmi makamlarca Budist diye bilindiklerini söylüyor. Aksi takdirde hiçbir iş yapamayacaklarını belirtiyor.   İslami hassasiyet taşıyan kişi ve kuruluşları soruyor, onlarla tanışmak istediğimizi söylüyoruz. El Ezher Enstitüsünden ve onun başkanı Abdüsselam beyden bahsediyor. Onunla görüşmek üzere yola çıkıyoruz.   GÜZEL GÖRÜNMEK İÇİN YÜZLERİNİ PUDRA İLE BOYUYORLAR   Dışarıda giyimlerinden Müslüman oldukları belli olan çok insana rastlıyoruz. Müslüman olan ve olmayan bayanların ve çocukların çoğunun yanakları ve alınları pudravari bir boyayla boyalı. Güzel gözükmek için bunu sürüyorlarmış. Bizde olsa çirkin kabul edilir. Ama herkesin kendine göre bir zevki var. Daha görmedik ama Myanmar’ın kuzey bölgesinde boyunlarını uzatmak için boyunlarına halka takan bayanları çoğunuz duymuşsunuzdur.     El Ezher Enstitüsünün başkanı Abdüsselam Beyin evine geliyoruz. Evini aynı zamanda büro olarak da kullanıyor. Oraya vardığımızda gazeteci olduğunu sandığım bir Amerikalıyla röportaj yapıyordu.   Abdüsselam beyle uzunca oturduk. Bilmediğimiz birçok şey anlattı bize:   İSLAMİ EĞİTİM VERMEK YASAK   Myanmar’da İslami eğitim vermek yasak. Kendileri Arapça dil eğitimi adı altında Kuran ve Hadis dersleri vermeye çalışıyormuş. Her yıl 5-10 kişiyi Pakistan ve Malezya’ya dini eğitim için gönderiyorlarmış fakat son birkaç yıldır oralardan aldıkları burslar kesildiği için kimseyi gönderemiyorlarmış.   Myanmar’da beş farklı Müslüman gurup var:    1- Rohingya Müslümanları: Arakanda yaşayan bölgesel halk.  2- Purmen Müslümanları: Myanmar yerlileri.  3- Kaman Müslümanları: Hindistan ve Bangladeş’ten gelenler.  4- Pashu Müslümanları: Malezya kökenliler.  5- Panthay Müslümanları: Çin kökenli Müslümanlar.   MÜSLÜMANLARIN %70'İNE KİMLİK VERİLMEMİŞ   En kalabalık gurup Purmenler. Myanmar’ın nüfusu 50-60 milyon. Resmi kaynaklar Müslüman nüfusun 1,3 milyon olduğunu söylüyorlar. Fakat gerçek sayı 7 milyon civarında. Myanmar devleti ülkesinde yaşayan Müslümanların %70’ine kimlik vermiş değil. Müslüman nüfusun az gözükmesi ve hukuki bir hak talep etmemeleri için böyle yapılıyor. Yani anlayacağınız Myanmar Devleti Müslümanların %70’ini (5 milyon) vatandaşı olarak kabul etmiyor.   Myanmar Devleti, ülkesinde ikamet eden insanları üç guruba ayırıyor:   1- Myanmar yerlisi halk. 2- İngiliz sömürgesi döneminde ülkeye yerleşen çoğunluğu Avrupalı olan halk. 3- Ülkenin yerlisi olmayıp uzun süredir burada yaşayanlar. (Arakanlı Müslümanları bu kategoriye alıyorlar bu yüzden vatandaşlık vermeyi ret ediyorlar)   Müslümanlardan yolunu bulanlar 500 ila 5000 dolar arasında değişen rüşvetle kimlik/pasaport alabiliyorlar.   Myanmar’daki bu 5 İslami gurubun liderleri son bir yıldır beraber hareket etmeye çalışıyorlar. Daha bu yıl Uluslararası Birleşik Kongre Partisini yeni kurmuşlar. Kendi aralarında bir isim belirleyip devlete de bu ismi Myanmar’daki Müslümanların lideri olarak kabul ettirmeye çalışıyorlar.   CAMİ YAPMAK YASAK   1962’den beri ülkede Müslümanların yeni cami yapmasına izin verilmiyor. Yangon’da 13 cami var ama bunlardan sadece 3 tanesinde ezan okunmasına ve ibadet edilmesine izin veriliyor.   Abdüsselam Bey’e tebliğ çalışmalarını soruyoruz. Tebliğ çalışmalarının olduğunu ve sürekli İslam’a giren Budistler olduğunu söylüyor. Ayrıntılarını soruyoruz fakat fazla ayrıntı ve ismin çok tehlikeli olduğunu söyleyip açıklama yapmıyor. Müslüman olan Budistlerin hayati tehlike yaşadıklarını bu yüzden Müslüman olduktan sonra şehir değiştirdiklerini söylemekle yetiniyor.   Bir katalogda eski Budist Krallarının kullandıkları mühür örneklerini gösteriyor. Mühürlerde Allah, Muhammed ve Kelime-i Tevhid lafızları var. Müzelerde bunların görülebileceğini söylüyor.   Ülkede ortalama aylık gelirin 100 dolar olduğunu söylüyor.   Müslüman yetim çocukların durumunu soruyoruz. Yukarıda adı geçen beş gurubun ortak çabalarıyla 3 yetimhane kurulduğunu söylüyor. Bu yetimhaneleri ziyaret için ayrılıyoruz.   3 katlı bir yere geliyoruz. Burası kız yetimhanesi. Yetimhane sorumlusu bayanlarla görüşüyoruz. 7-16 yaş arası 76 yetim kızın burada barındığını söylüyorlar. Kız yetimlere bilgisayar ve el işi öğretiliyor. Üniversitede okuttuğunuz var mı diye soruyor, “hiç okutamadık” diyorlar.   ERKEK YETİMHANELERİ İSLAMİ EĞİTİM VERİLDİ DİYE KAPATILMIŞ   76 yetim ve personelin bir öğünlük yemek gideri 40-50 dolarmış. Adana’dan kesilmek üzere vekâleti verilen iki büyük baş kurbanı burada kesmeye karar veriyoruz.   Diğer iki yetimhaneyi soruyoruz. “Kapatıldı” diyorlar. Erkek yetimhaneleri İslami eğitim verildiği için kapatılmış. Burada Müslüman çocuğuna dinini öğretmek yasak.   Çocuklar nerede diyoruz. Annesi ve yakını olanlar ailelerinin yanında kimsesiz olanlar arkadaşlarının yanında barındırıyorlarmış.   İkindiden sonra şehri geziyoruz. Yangon nüfusu 600 bin. Şehrin ortasında büyük bir göl var. Etrafı mükemmel şekilde dizayn edilmiş. Çiçekler, ağaçlar, su ve gölün içinde iki başlı ejderha şeklinde yapılmış bina, müthiş bir hava veriyor. Gölün kenarında ahşaptan yapılmış köprüler üzerinde dolaşırken saati unutuyoruz. İftar saati yaklaşmış bile.     Rehberimiz Muhammed Emin bizi Müslüman bir Çin lokantasına götürüyor. Çin yemekleri denince içime bir tereddüt oluşuyor ama kapıda Arapça yazılmış “Helal” yazısı ve kasanın yanında duran sakallı ve takkeli adam endişelerimi alıp götürüyor.   Yemek söylerken yine temkinli olup bize daha aşina gelen yemekleri söylüyoruz. Aslında yabancı bir yerde yabancı bir kültürle yapılmış yemekleri yemek büyük risk, alışkın olmadığınız için mide fesadı geçirmeniz işten değil. Yarın uzun bir yola çıkacağız, fazla şansımızı zorlamayalım diyoruz.   4. GÜN (31 Temmuz Çarşamba)   Sabah 09:00’da Sittwe şehrine gitmek üzere havaalanına doğru yola çıkıyoruz. Trafik sorunu burada da var. Saat 10:30’da havaalanına ancak varabiliyoruz. MRF Sittwe sorumlusu Ko Ko Li bize eşlik ediyor. Hayatımdaki en sarsıntılı uçuşum oluyor. Bulutlardan hiç çıkamadık. Şiddetli türbülanstan zaman zaman 60–70 metre düşüşler yaşıyoruz.   Nihayet bir buçuk saat sonra Sittwe havaalanına iniyoruz. Pisti görmezseniz Anadolu’daki küçük bir kasabanın tren istasyonu zannedersiniz.   Normalde havaalanı çıkışlarında pasaport sorulmaz ama burada pasaport bilgilerimiz bir deftere kayıt edilip numara veriliyor.   CAMİLER YAKILIP YIKILIYOR   Havaalanını yaklaşık 300 metre geçtikten sonra ağaçların arasındaki yıkık bina dikkatimi çekiyor. Dikkatli bakınca yıkık bir cami olduğunu fark ediyorum. Durabilir miyiz diye soruyorum. Ko Ko Li “olmaz, tehlikeli” diyor. Bunun gibi birçok caminin yıkılıp yakıldığını söylüyor.   Arakan, Myanmar’ın Bangladeş’e sınır olan batı bölgesine verilen addır. Sittwe Arakan bölgesinin en büyük şehriymiş. Katliamdan sağ kurtulan Müslümanlar Sittwe kırsalına kurulan kamplara alınmışlar.   Sittwe’nin nüfusu 300 binmiş. 220 bini Müslüman 80 bini Budist’miş. Şimdi şehir merkezinde hiç Müslüman kalmamış. 11 farklı kampta 150 bin civarında Müslüman yaşıyor. Yine kampların çevresinde eskiden beri var olan Müslüman köyleri var.   Valizleri otele bıraktıktan sonra kamplara doğru yola çıkıyoruz. Sittwe çıkışında kamplara giden yolda bir polis noktası var. İsmimizi ve pasaport numaramızı alıyorlar.   Yol demek için bin şahit gereken patika, muson yağmurlarının etkisiyle daha da berbat hale gelmiş. Araba 4 çeker olmasa gitmemiz mümkün değil. Saat daha 15:00 ama şiddetli yağmur akşam karanlığındaymışız hissini veriyor.   Bölgede birbirine yakın 11 kamp var. Bu kamplar, Shalter denen, bambu ve kamıştan yapılmış evlerden oluşuyor. Çoğunluğu Müslüman ülkelerden gelen kuruluşlar bunları yapıyor. Myanmar Devletinin de yaptırdığı Shalter’lar var.     KAMPLAR AÇIK HAVA HAPİSHANESİ GİBİ   İHH’nın da yaptırdığı Shalter’lar var ama İHH daha ziyade buradaki tuvalet, banyo ve su kuyusu ihtiyacına el atmış.   3 numaralı kampa varıyoruz. Burada gıda dağıtımı yapılacak. Partner kuruluş MRF, hazırlıkları çoktan yapmış. 126 aileye gıda dağıtımı yapıyoruz.     İHH’nın biten ve inşası devam eden yapılarını kontrol ediyoruz.   Burası tam bir açık hava hapishanesi, insanlar buraya hapsedilmiş, dışarıya çıkmalarına müsaade edilmiyor. Bu bölgede toprağı olanlar pirinç ekerek bir nebze olsun geçimlerini sağlıyorlar. Ama diğerleri ancak dışarıdan bir yardım geldiği zaman karınlarını doyuruyorlar.   Kamplar, “hayvan bağlasan durmaz” tarzında berbat bir yer. 50 metrelik yolu geçene kadar her tarafımız battı. Sürekli yağan muson yağmuru her tarafı çamur deryasına çevirmiş.   MÜSLÜMANLAR AÇ VE AÇIKTA   Shalter dediğiniz şey 8 odadan oluşuyor. Her bir oda 3x2 metre ebadında ve her bir odada bir aile yaşıyor. Aileler ortalama 6 kişiden oluşuyor. Bir Shalterin tamamı 45 metre kare varın gerisini siz düşünün.   İnsanların üzerindeki kıyafetler paçavraya dönmüş. Biz olsak o kıyafetleri yer bezi olarak bile kullanmayız. Birçok çocuk tamamen çıplak.     Çok zalim bir dünyada yaşıyoruz. Sadece Myanmar devleti ve sapkın Budistler zalim değil, belki onlardan daha zalim olanı buradaki zulme seyirci kalan Müslüman ülke yöneticileridir.   Akşam iftarına katılmak ve iftarlık dağıtmak üzere diğer bir kampa gitmemiz gerekiyor fakat iftara 15 dakika var ve bizim oraya ulaşmamız bir saati bulacak. O insanları bekletip zulmetmemek için orada bizi bekleyen görevli arkadaşlara telefon edip bizi beklemeden dağıtım yapmalarını söylüyoruz.   Sittwe’ye dönüyoruz, iftar yapacağız ama tamamı Budist olan bu yerde lokantaya gitmemiz mümkün değil. İyi ki gelirken peynir ve zeytin getirmişiz. Otelde sıcak su isteyip çayla beraber kahvaltı yapıyoruz. Ko Ko Li’nin bize gönderdiği meyveler çok makbule geçiyor.   Bu akşam Adana’da ABD konsolosluğu önünde yapılacak olan “Ümmet İftarını” merak ediyorum fakat ne internet ne de telefonum olmadığı için hiçbir bilgi alamıyorum.   5. GÜN (1 Ağustos Perşembe)   Sabah yine kamplara doğru yola çıkıyoruz. Yolumuz üstündeki ilk kampta duruyoruz. Burada inşasına yeni başlanan bir cami/mescit var. Maddi imkânsızlıktan dolayı tamamlayamadıklarını söylüyorlar. Arkadaşların verdiği bağıştan camiye yardım yapıyoruz.   Diğer iki kampta 385 aileye yapılan gıda dağıtımına iştirak ediyoruz.   MÜSLÜMAN OKULLARI BARAKADAN   Başka bir kampta İHH’nın yaptırdığı Sağlık Kliniğini görmek üzere oraya gidiyoruz. Burası bir kamptan ziyade eski bir köy. Köyün girişinde Myanmar bayrağının asıldığı bir baraka var. Devlet okulu olduğunu söylüyorlar. İçerisi harabeyi andırıyor. Büyük bir kısmı parçalanmış ahşap zemin üzerinde 4-5 sınıf birden ders yapıyor. Yazı tahtaları bile tek parça değil, yan yana çakılı tahta parçaları üzerine yazılıyor.     Okuldan çıkarken kapının önünde biri, nereden geldiğimizi soruyor. “Türkiye” deyince gözleri parlıyor. “Türkiye’yi çok seviyorum” diyor. Öğretmen olduğunu söylüyor.   MÜSLÜMANLAR SEBEPSİZ YERE ÖLDÜRÜLÜYOR   “Türkiye’ye söyleyecek bir şeyin var mı?” diye sorup kamerayı açıyoruz. Biran duraksıyor, sonra “bu yaptığım tehlikeli, ama yine de söyleyeceğim” deyip anlatmaya başlıyor. Yaşadıkları zulmü, Myanmar devletinin kendilerini buraya hapsettiğini, sebepsiz yere öldürüldüklerini söylüyor.   “Onlara sorun, bizi niçin öldürüyorlar, biz ne yaptık, söylesinler. Tek bir şey bile söyleyemezler. Bu ülke çok geniş hepimize yeter, niçin çıkarmaya çalışıyorlar” diyor ve ağlıyor.   Dayanılacak gibi değil. Bir şey yapamamanın acizliği ve utancıyla gözlerimi kaçırıyorum. Peygamber efendimizin, yaşadığı işkence ve ölümler karşısında Yasir ailesine dediği “Ey Yasir ailesi sabredin, size cennet var…” sözü ağzıma geliyor ama söylemeye utanıyorum.   Mehmet “Abi, yeter dayanamayacağım” diyor. Zaten adamcağız selam verip hızlıca ayrılıyor.   Köye yöneliyoruz. Yol çok kötü olduğundan araba giremiyor. Paçaları dize kadar sıvayıp çamur ve suda yürümeye başlıyoruz.     Güzel bir klinik yapılmış. MRF’ın bir doktor, bir hemşire ve bir tercümanın olduğu iki sağlık ekibi dönüşümlü hizmet veriyor. İçeride hastaların çoğunluğunu kadınlar ve çocuklar oluşturuyor.     Öğlen namazı geçmek üzere, mescidi soruyoruz. Mescid lafını duyan tüm köylüler bizi mescide götürmek için seferber oluyorlar adeta. Meraklı gözlerle bize bakan kadınların yanından geçerken, bizimle yürüyenlerden bazıları bizim için “müselman, müselman” diyorlar.   Abdest için birkaç kişi birden su tutmaya çalışıyor. 50-60 yaşlarında beyaz sakallı biri suyu kimseye bırakmıyor. Sıkıla sıkıla tulumbadan akıttığı suyla abdest alıyorum. İçeri girerken biri hemen takkesini uzatıp veriyor.   Namazı kıldıktan sonra mescitten çıkarken yaşlı bir amca gelip sarılıyor. Öyle bir sarılma ki anlatılması çok zor. Sanki kırk yıldır görmediği kardeşine sarılır gibi sarılıyor. Duygulanmamak elde değil. Elini öpeyim dedim, gözleri dolmuştu. Gözyaşlarını görmemizi istemiyorcasına gözlerini kaçırıp hızlıca yürüdü.   Başka bir noktada yapılan gıda dağıtımından sonra diğer bir köye iftar dağıtımı için gittik. Sıcak iftariyelik dağıtımından sonra Sittwe’ye geri döndük.     Otelde güzel bir sürprizle karşılaştık. Endonezya’dan gelen 5 kişilik bir gurupla tanıştık. Onlar da bölgeye yardım çalışmaları için gelmişler. Gece geç saatlere kadar oturup sohbet ettik. Karşılıklı fikir alışverişinde bulunduk. Yangon’da Türkçe bilen Naim isminde bir kişiden bahsediyorlar. Sıcağı sıcağına görüşüp yarın için randevulaşıyoruz.   6. GÜN (2 Ağustos Cuma)   Sabah otelden çıkıyoruz. Uçağımız saat 14.00'da, daha vaktimiz var. Ko Ko Li'ye bizi Sittwe'yi gezdirmesini istiyoruz.    Dört günden beri ilk defa bugün yağmur yok. Hava puslu ama zaman zaman güneş kendini gösterince acayip yakıyor. Güneştense boğuk yağmurlu havayı tercih ediyor insan.   Şehir küçük, Hint Okyanusu'na kıyısı var. Yakın yerlerde yemyeşil adalar gözüküyor. Çok merak ediyorum ama vaktimiz yok.    Sahilden ayrılıp Budistlerin kampına gidiyoruz. Çatışmalar sonucu saflaşma olduğu için kırsalda Müslümanlarla beraber kalan Budistler'e şehir merkezinde bir kamp yapılmış. Müslümanların kamplarından daha düzenli ve yerden yüksek. Müslümanlarda bir barakayı 8 aile kullanırken burada her aile bağımsız bir barakada kalıyor.      Önyargıyla baktığımı düşünmeyin ama bu Budistleri görünce içimi bir kasvet kaplıyor, ruhum sıkılıyor. İnanın dış görünüşü aynı olsa bile bir Müslümanla bir Budisti çok rahat ayırt edebiliyorsunuz. Müslüman’ın yüzünde nur var. Baktığınızda içinizi bir huzur kaplıyor. Bunu Yangon şehrinde birkaç defa yaşadım.    Şehri gezerken yakılmış, yıkılmış iki cami daha görüyoruz. Fotoğraf çekmek istiyorum fakat tehlikeli diye yok diyorlar.    Israrımla, havaalanına giderken daha önce bahsettiğim yıkılmış caminin yakınında durup ancak arabadan görüntü almama izin veriyorlar. Kamerayla görüntü alıyorum ama yoğun ağaçlar düzgün bir görüntü almama izin vermiyor.    Uçağımız yarım saat rötarla havalanıyor. Gelişimizin aksine çok rahat bir yolculuk oluyor. Hafif bulutlar izin verince aşağıdaki uçsuz yeşilliğin, pirinç tarlalarının ve yılan gibi kıvrılan nehirlerin oluşturduğu manzara müthiş. Uçak küçük olduğu için alçaktan uçuyor bu da manzarayı iyice görmenize imkân veriyor.      Yangon bulutlu ama yağmur yok. Endonezyalıların bize tavsiye ettiği Müslüman birine ait otele gidiyoruz. Naim Beyi arıyoruz ve otele geçeceğimizi söylüyoruz. O da hemen çıkacağını söylüyor. Otel gerçekten güzel. Naim Bey telefonla görüşünce indirim de yapıyorlar.    Odaya daha tam yerleşmeden Naim Bey aşağıdan telefon ediyor. Lobide buluşuyoruz. Bizim soracağımız, Onun da anlatacağı çok şey var.    Bu esnada Endonezya'da olan MRF Başkanı Chit Ko Ko'da havaalanından direk otele geliyor. Akşam personelle beraber iftarlarının olduğunu, bizim katılıp katılmayacağımızı soruyor. İftardan haberimiz yok, eğer kırılmayacaklarsa Naim Beyi davet ettiğimizi onu hemen bırakmamızın uygun olmayacağını söylüyoruz. Anlayışla karşılayıp çıkıyorlar.   Naim Bey, 80'li yılların ortasında üniversite okumak için Türkiye'ye gelmiş ama üniversitenin sonunu Amerika'da tamamlamış. Ticaretle uğraşıyor. Şuan buradaki siyasi bir partinin üst düzey yetkilisi.   İHH ile görüşmek için çok mesaj attığını, bizim gelmemize çok sevindiğini söylüyor.    Arakan'da olaylar nasıl başladı diyoruz:   Aşırı ırkçı RNDP ve ALD partilerinin yıllardır Arakan bölgesindeki Budist Rakhanları kışkırttığını, 2012'nin Mart ayında Chaw Ni Mav'de Budist bir kadının tecavüz edilerek öldürülmesi sonucu kışkırtıcıların bunu 3 Müslüman gencin yaptığını söyleyip Rakhanları tahrik ediyorlar. 28 Mayıs'ta Arakan bölgesine başka yerden tebliğ için gelen 10 Müslüman, Rakhan Budistleri tarafından araçlarından zorla indirilerek vahşiye katledildiklerini, cenazelerin tanınmayacak hale geldiğini söylüyor.    Bir hafta boyunca resmi makamların suçlular hakkında bir şeyler yapmasını bekleyen Arakanlılar, vurdumduymazlığı protesto için sokağa çıkıyorlar. Rakhanlılar, protesto yapan Arakanlılara saldırıyorlar. Polis, saldırgan Rakhanları durdurmak yerine Müslümanların üzerine ateş açıyor. Birçok kişi ölüyor. Müslümanlar da karşılık verince Rakhanlar polis ve askeri de arkasına alarak Müslümanların evlerine, işyerlerine ve camilerine saldırıyorlar.      Bu topyekûn saldırı Sittwe şehrinden Mandalay ve diğer şehirlere de sıçrıyor. Çok kısa sürede Müslümanlar evlerini topraklarını terk edip belli yerlerde toplanıyorlar. Sözde Myanmar Devleti onların can güvenliğini sağlamak için kamplara alıyor. Ama bu kampların da sinsi bir amacı var:   Müslümanları bu kamplara tıkıp güvenlik riski var diye uzun yıllar bu kamplarda tutup ölümlerini beklemeyi planlıyorlar. Bunu başaramasalar bile uzun süre ev ve topraklarından uzakta kalan bu insanların tüm varlıklarına diğer Budistler el koyacak onlar da fazla bir hak iddia edemeyecekler.    Arakanlı Müslümanların sıkıntısı yeni başlayan bir durum değil. Yıllardır sistematik bir zulüme tabi tutulmuşlar:   Öncelikle, binlerce yıldır bu topraklarda yaşamalarına rağmen Myanmar devleti bu insanları vatandaşı olarak kabul etmiyor. Pasaport, kimlik vermiyor.   Seyahat özgürlükleri yok. Kendi ülkelerinde bir yerden diğer yere gidecekleri zaman asker izin verirse gidebiliyorlar.   Yeni cami yapmaları yasak. Eskilerini onarmaları da yasak.   Asker izin vermeden evlenmiyorlar bile.    Naim Bey, daha birçok şey anlatıyor. İftara davet ediyor. Akşam namazı için bir camiye gidiyoruz. Camide bulunanların bir kısmı etrafımızı sarıyor. Nereden geldiğimizi soruyorlar. Müslüman olmamız karşısındaki memnuniyetleri hallerinden okunuyor.   Uzun uzadıya sohbet etmek istiyorlar ama vaktimiz yok. Camiden dönerken Naim beyin partiden üst düzey görevli diğer bir arkadaşı bize katılıyor. Otelde geç saatlere kadar sohbet ediyoruz.    Burada siyaset, iş ve eğitim alanında üst düzey Arakanlı insanların oluşturduğu bir istişare heyeti var.    Naim Bey bir iş adamıyla yaptığı telefon görüşmesi sonunda yarın akşam bu heyetten bir kısım insanla beraber iftar yapmamızı teklif ediyor. Fakat yarın akşam Mandalay bölgesindeki kamplarda iftar yapacağız.    Mandalay dönüşü görüşmek üzere ayrılıyorlar.    7. GÜN (3 Ağustos Cumartesi)            Sabah otel civarında küçük Budist çocuklar görüyoruz. Her çocuk cadde üstündeki kişilerden ve iş yerlerinden bir şeyler dileniyor, sonra onları bekleyen bir aracın arkasında sıraya girerek topladıklarını araçtaki kişiye veriyorlar.      12:00'da otelden çıkıyoruz. 14:00'da Mandalay’a uçağımız. Miaktila bölgesinde 3 kampı ziyaret edeceğiz. Yintaw kampında gıda dağıtımıyla beraber akşam iftarını ve sahuru da beraber yapacağız. MRF Başkanı Chit Ko Ko ve genç bir arkadaş daha bize eşlik ediyor.   Uçağımız 2 saate yakın rötar yapıyor. Mandalay’a indiğimizde gün batmak üzere, Miaktila için daha bir buçuk saat yol almamız gerekiyor.   Dümdüz ovada yeşillikler içinde yol alıyoruz. Etraf ıssız. Gün batımı ortamı daha da güzelleştiriyor.    İftardan ancak bir saat sonra Yintaw kampına varabiliyoruz. Yintaw kampı, daha önce Arapça eğitim veren geniş avlusu olan bir kompleks içinde yer alıyor. Burası devletin denetiminde değil. Külliyenin 3-4 binası dışındaki alanda naylon, saz ve bambudan küçücük kulübeler yapılmış.    Kampta hummalı bir çalışma var. Burada ve diğer iki kampta dağıtılacak gıdalar küçük paketlere ayrılıp tasnifleniyor. Varilde getirilmiş sıvı yağlar şişeleniyor.      Yetkililer daha iftar yapmamışlar, bizi bekliyorlar. Beraber iftar yapıyoruz. Paketleme işlemini seyrettikten sonra yetkililerle sohbet ediyoruz. Hepsi genç, bunu söyleyince yüzler acıyla donuklaşıyor.   Kendilerine önderlik yapan daha büyük insanların olduğunu fakat bir kısmı öldürüldüğü bir kısmı da hapse atıldığı için iş kendilerine düşmüş.    Kampın sorumlusu 28-30 yaşlarında Ömer Khan. Kendisi bir iş adamı. Çin ile Myanmar arasında kargo işi yapan bir lojistik firması var. Olaylar sonunda tüm varını ve gücünü bu insanlar için kullanıyor. Kamptakiler kendisine saygı ve sevgi duyuyor. Ona eşlik eden Kur'an Hafızı diğer bir genç arkadaş daha var. Ömer Khan daha mülayim dururken Hafız olan diğeri bir din âliminden ziyade sert bir komutan edası var. Kendilerine gıpta ediyorum.    Geç saatlere kadar konuşuyoruz. Bir yerde dil susuyor gönülden gönüle cümleler akmaya başlıyor.    Gece yarısına doğru paketleme işlemi bitiyor. Bu sefer de sahur için hummalı bir çalışma başlıyor. Bir yanda kazanlar kaynıyor diğer yanda hamurlar açılıyor.    Otel yerine kampta kalmaya karar veriyoruz. Zaten sahurda burada olacağız. Yatacağız ama adamların bize göre yerleri yok. Revir olarak kullandıkları bir odadaki iki tahta yatağı bize veriyorlar. Bir saat kadar yattıktan sonra sahura çağırıyorlar.     Bu gece kadir gecesi, böyle anlamı bir geceyi böylesi anlamlı bir yerde mazlum insanlarla beraber yaşamak Allah'ın bize verdiği bir lütuftur. Ne kadar hamd etsem az. Sahur için yemekler dağıtılırken mescitte teheccüt kılayım diyorum.   Mescitte namaz kılan birkaç kişi daha var. Fakat ön tarafta biri yaşlı diğeri genç iki kişi dikkatimi çekiyor. Genç, gözyaşları içinde kıyamda Kur'an okuyor. Yaşlı olanı ise avuçlarını açmış dua ediyor. Yanına duruyorum ama kendini o kadar duaya vermiş ki kimseyi görmüyor. Kısık bir sesle yaptığı duayı duyuyorum. Anlamıyorum ama çok sık ümmet lafı geçiyor. Hıçkırıklar içinde hem kendilerine hem de diğer coğrafyadaki Müslümanlara dua ediyor. Yaklaşık 20 dakika içten bir halle dua ediyor. Ben de bu insanların samimiyetine ve mazlumluğuna sığınarak avucumu açıyorum.    Sanırım hayatımdaki en anlamlı sahuru yapıyorum. Sabah namazından sonra yatalım diyoruz. Saat 05:00, 07:00'da kalkıp diğer kamplara geçeceğiz. Uzanıyorum ama sivrisinekten uyuyamıyorum. Dışarı çıkıyorum. Saat 06:00, neredeyse herkes uyanmış. Mehmet'in getirdiği balonları çocuklara dağıtıyorum. Yabancı olmamız nedeniyle bizi uzaktan izleyen çocuklarla, balon sayesinde sıcak diyalog kuruyorum. Yaklaşık bir saat onlarla muhabbet ediyorum. Onlar benim ben onların dilini anlamıyorum ama gayet iyi anlaşıyoruz.      8. GÜN (4 Ağustos Pazar)    07:30 civarı Poesat kampına doğru yola çıkıyoruz. 20 dakikalık yolculuktan sonra Poesat'a varıyoruz. Kapıda askerler var. Omar Khan arabada beklememizi söylüyor. Bizim izinsiz içeriye girmemiz yasak. İzin talebinde bulunmadık çünkü %99,9 hayır diyeceklerini biliyoruz. Omar Khan'ın sadece Müslümanlar üzerinde değil, yerli Budist halkın üzerinde de ağırlığı var. Kapıdaki askerlerle görüşüp bizi içeri aldırtıyor.    ESKİ DEPOLAR MÜLTECİ KAMPI YAPILMIŞ   Kamp BM ve Myanmar Devletinin kontrolü altında. İçerisi diğer kamplardan farklı değil. Duvarlarla çevrili bir alanda içinde büyük ve uzun iki betonarme bina var. Eskiden Depo olarak kullanıldığı anlaşılıyor. Depo içinde aileler, aralarında herhangi bir duvar, perde olmadan iç içe yaşıyor. İki bina arası ve etraf yine bambu ve sazlardan yapılmış kulübecikler var. İnsanların hâli perişan.    İznimiz olmadığı için gıda dağıtımını hızlıca yapıp çıkıyoruz.      Yae Yin Myit kampı da diğer kampın bir benzeri ama alanı daha geniş ve ahşaptan büyük barakaları var. Barakalarda 20'den fazla aile yaşıyor. Mahremiyet yok, rahat yok, huzur yok. Normalde insanlar bu tip yerlerde iki günde birbirine girer, tartışma yaşar ama biz böyle bir duruma şahit olmadık. Birbirilerine gayet saygılılar.     Fotoğraf çekmek için barakalar arasında dolaşırken, insanlar kim olduğumuzu soruyorlar. Yanımızdaki rehber arkadaş "Müselman" deyince yüzleri bir gülümseme kaplıyor.   Çocukların fotoğrafını çekerken Müslüman olduğumuz lafını duyan iki yaşlı nine hemen bize doğru adeta koşarak geliyorlar. Elimi tutup uzun uzun bir şeyler söylüyorlar. Sadece Salâvat, Tekbir ve Elhamdülillah gibi İslami kavramları seçebiliyorum. Kırk yıllık ahbabını yıllar sonra görmüş biri gibi samimiyetle ellerimden tutup bırakmıyorlar. Sanki söyleyecek çok şeyleri var gibi. Dediğim gibi dil anlamasa da yürekten yüreğe bir yol var. Ne dediler derseniz tek birini söyleyemem ama onların ne demek istediğini, yüreklerinden geçenin hepsini hissettim diyebilirim.     Gıda dağıtımına geçiyoruz ama bizi fark eden askerler sorun çıkarıyorlar. Arkadaşlar bizi hemen kamptan çıkarıp pasaportlarımızın fotokopilerini askerlere vererek sorunun büyümesini engelliyorlar.    Meikhtila şehrinde bir Müslüman’ın evinde kamptan gelecek arkadaşları bekliyoruz.    Meikhtila sanırım 50 bin civarında bir nüfusu var. Şehrin tek bir ana caddesi var. Oradan geçerken Müslümanların yanmış yıkılmış evlerini, işyerlerini, camileri görüyoruz. Buradaki yıkım 4 ay önce Mart ayında olmuş.    Evine misafir olduğumuz 55'li yaşlardaki teyzenin vakarlı bir duruşu var. Evinin etrafı yakılıp yıkılmışken, can güvenliği yokken burada kadın başına nasıl durabiliyor diye soruyoruz. Gülüyorlar, ona kimse karışamaz diyorlar.    Yakılmış, yıkılmış yerlerin fotoğrafını çekmek istediğimi söylüyorum. Tedirginler, sıkıntı çıkabilir. Bunu Türkiye’deki insanlara göstermem lazım diyorum.  Mehmet'in üzerinde İHH tişörtü var diye onun kalmasını istiyorlar. Ben ve Chit Ko Ko beraber cadde boyu yanmış yerleri çekiyoruz. Yanmış caminin önüne gelip çekim yaparken etrafımızı kalabalık bir gurup sarıyor. Gözlerde merak ve yarı öfke var.    Biran için tedirgin oluyorum. Ne yaptım diyorum. Kendim için değil, şimdiye kadar çektiğimiz görüntü ve fotoğraflara el konulur diye korkuyorum. Onlar, burada yapılan çalışmaların belgeleri ve ilk defa burada İHH adına bu kadar kapsamlı ve profesyonel görüntü alınıyor.   Caminin içine girmeden dışarıdan aldığımız bir iki görüntüyle hızlıca geri dönüyoruz. Zaten evden 50 metre kadar uzaktayız. Sakallı, sarıklı veya takkeli olsam kesin bir hırgür çıkardı.     Dönerken dükkânın birinde okuduğu Kur'an'a dalmış biri dikkatimi çekiyor. Dükkâna girip selam veriyorum. Şaşkınlık ve sevinçle buyur ediyor. Niçin kampta kalmadığını soruyorum. Ailesinin kampta olduğunu fakat kendisinin burada özellikle kaldığını söylüyor. Birileri burada kalmalı diyor.    TESETTÜRLÜ BAYANLARA SIK SIK SÖZLÜ SALDIRILAR OLUYOR   Kamplardan insanların zaman zaman şehre indiklerini söylüyorlar. Erkeklerde fazla problem yaşamıyorlar ama tesettürlü bayanlar sık sık sözlü saldırılara hedef oluyorlarmış.    Burada Müslüman bayanlarda tesettüre çok fazla riayet edilmiyor. Bayanların büyük kısmı baş açık. “Neden?” diyorum. İslami eğitim veremediklerini, insanların İslam inancının bir bilgiden ziyade bir kültüre dönüştüğünü söylüyorlar. Böyle devam ederse birkaç nesil sonra İslam inancının kendiliğinden yok olacağını söylüyorlar. Yangon'a dönüyoruz.    9. GÜN (5 Ağustos Pazartesi)   Bugün son günümüz. Allah’a hamdolsun verilen görevi sorunsuz tamamladık. Öğlen, MRF’te çalışmalarla ilgili eksik dokümanları tamamlıyoruz ve arkadaşlarla vedalaşıyoruz.     Yangon’daki Türk Elçiliğini ziyaret ediyoruz. Büyük elçi yok. Yardımcısı Ahmet Bey bizi karşılıyor. Ahmet Bey sıcak ve samimi bir insan. Çalışmalarımızla ilgili bilgi veriyoruz. Ahmet Beyde elçilik olarak bölgede yaptıklarından bahsediyor.   Meikhtila’daki Türk Şehitliği inşaatından bahsediyor. Şaşırarak, “Burada Türk Şehitliği mi var?” diyorum.    İNGİLİZLE ESİR OSMANLO ASKERLERİNİ KÖLE GİBİ ÇALIŞTIRMIŞ   Birinci Dünya Savaşında İngilizler, Filistin/Süveyş cephesinde esir aldıkları 10 bin civarında Osmanlı askerini esir olarak Myanmar’a çalıştırmaya getiriyorlar. Meikhtila ve çevresinde bu esirlerden binden fazlası ölüyor. Elçiliğimiz bu insanların toplu mezarlarını şehitlik olarak düzenlemeye başlamış fakat olaylar başlayınca yarıda kalmış.   Akşam 18:00’da Bangkok’a oradan da İstanbul’a dönüyoruz. AdanaXHaber'den alıntıdır. Dizgi Sütun Haber.
İHH Adana partner kuruluşu ADYAR'ın başkanlığını yapan Veysel Tepeli'nin Arakan gezi notlarını heyecanla okuyacaksınız..
İHH(İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı) Asya Masasından arkadaşlarla bir haftadır konuştuğumuz Arakan programı nihayet bu sabah kesinleşti (26 Temmuz 2013 Cuma). Yolculuk yarın akşam 20:00’da.
 
Bir yıldan fazladır Arakan’a (Myanmar’a) gitmek istiyordum, nasip bu güneymiş. 3 ay önce girişimimiz oldu fakat Myanmar Elçiliği can güvenliği yok diye vize vermemişti.
 
Hala vize alabilmiş değiliz. Tayland’a gidip oradaki Myanmar Elçiliğinden vize talep edeceğiz. Verecekleri kesin değil. Ramazanın başında İHH’dan giden ekibin vize almayı başarması bize umut veriyor.
 
Cumartesi gece 22:00 civarı İHH merkezden Mehmet Gündüz kardeşimle İstanbul Atatürk Havaalanında buluşuyoruz. İkimiz yalnız gideceğiz. Gelmek isteyen çok arkadaş var fakat vize alınmasının kesin olmaması, bölgedeki belirsizlik ve yüksek tansiyon bunu mümkün kılmıyor.
 
Nasip olursa İHH’nın Arakan’da inşa ettiği baraka, tuvalet, banyo, su kuyularını kontrol etmeye ve Ramazan yardımlarının dağıtımına iştirak etmeye gideceğiz. Ayrıca yetimhane için zemin yoklayacağız.
 
1. GÜN (28 Temmuz Pazar)
 
Bangkok uçağımız yarım saat rötarla gece 01:00 civarı havalanıyor. 9 saatlik bir yolculuktan sonra Suvarnabhumi Havaalanına iniyoruz.
 
Pistteki İsrail uçakları ve içeride başı kippalı İsrailliler dikkatimi çekiyor. Yahudilerin dolandıkları yerde kan, gözyaşı, soykırım eksik olmuyor. Bu nedenle huzursuz oluyorum.
 
Çıkışta hafif yağan bir muson yağmuru var. Hava kapalı ama nemli, insanı bunaltıyor.
 
2. GÜN (29 Temmuz Pazartesi)
 
Myanmar Elçiliğine yakın bir otelde geceyi geçirip sabah 08:00’da vize için çıkıyoruz. Elçiliğin yakınında vize işlemleri ve kırtasiye işiyle uğraşan bir dükkâna giriyoruz. Dükkân sahibi vize takip işiyle uğraşıyor. Vize işimizin bir takipçi tarafından yapılmasının daha iyi olabileceğini düşünüyoruz.
 
Takipçi adam evraklarımıza bakıyor; Müslüman kişilerin vizelerinde sıkıntı olduğunu, eğer gerekirse bir hafta kadar bekleyip bekleyemeyeceğimizi soruyor. Mümkün olmadığını, bugün olumlu ya da olumsuz bir cevap almamız gerektiğini, belki yarını bekleyebileceğimizi söylüyoruz. Adam evraklarımızı alıp akşamüstü 16:00 gibi sonuçlanacağını söylüyor. Telefon numaramızı verip çıkıyoruz.
 
Otelden çıkışımızı yapıyoruz. Saat 16:00’a daha çok var. Mehmet’le beraber Bangkok’u gezelim diyoruz.
 
Bangkok sokaklarında dolaşırken baharatlı yemek kokuları binaların rutubet ve küf kokularıyla karışıyor. Oruçluyken hiç çekilecek gibi değil. İnsanda iştah kalmıyor.
 
 
3 yıl önce Pattani’ye geçmek üzere tekrar buraya gelmiştim. Onca yeri gezdim ama Bangkok gibi ruhumu sıkan başka bir yer hatırlamıyorum. Oysa gerek tarihi olsun gerekse kültürü olsun çok zengin ve dikkat çekici. Ama sevemedim; Amerika ve Batının pislik çukuru gibi geliyor.
 
Turizm görevlisi biri elimize bir harita ve üzerinde tavsiye olarak çizdiği birkaç noktayı göstererek bizi bir motorsiklet taksiye emanet ediyor. Adam bizi yaklaşık 2 saat gezdiriyor. Birçok farklı yere gidiyoruz ama bizim aklımız hala vizede; Tedirginiz, ya vize talebimizi ret ederlerse. Onca yolu gerisin geriye gitmek, hele dibine kadar gelmişken Arakan’a girememek insanı çıldırtır herhalde.
 
Saat 14:00, tedirginlik gezdiğimiz yerlerden zevk almamıza izin vermiyor. Taksiye atlayıp geri geliyoruz. Daha yarı yoldayken takipçi arıyor ve vizemizin kabul edildiğini saat 16:00’da hazır olacağını söylüyor. Tedirginliğin yerini coşkulu bir sevinç alıyor.
 
Mehmet pasaport ve vizeleri almaya giderken ben de otelde emanete verdiğimiz valizleri alıyorum.
 
Akşam 21:00’da Myanmar’a uçak var ama biz daha bilet almış değiliz. Direk havaalanına gidiyoruz. Taksi şoförümüz bir acayip, arabasına özel eksoz taktırmış. Yolda giderken 120’den aşağı düşmüyor, makaslar yaparak ilerliyoruz. Biran için acaba sarhoş mu diye dikkatle bakıyorum, gayet ayık gözüküyor. Filmlerdenkinden farksız gidiyoruz. Biz de acele varmak istiyoruz ama bu kadar değil tabi. Taksideki tanıtım kartında adamın soy ismi dikkatimi çekiyor. Tek bir seferde telaffuz etmek mümkün değil. Sayıyorum tam 19 kelime. Espiri olsun diye “çok kısa bir soyadınız var” diyorum ama adam anlamıyor, “yes, yes” deyip geçiyor.
 
Nihayet rekor bir hızla havaalanına varıyoruz. Allah'tan uçakta yer buluyoruz. Bagajları teslim edeceğiz ama adamlar bir kilo bile olsa bagajdan para alıyorlar. Bagajları teslim ettik. İftara çok az zaman kaldı. Namazımızı kılıp ondan sonra iftarımızı yapalım diyoruz. Yanımızdaki su bize yeter.
 
Havaalanındaki mescide girince güzel bir sürprizle karşılaşıyoruz:
 
Yolculardan ve havaalanındaki görevli Müslümanlardan bir gurup gazetelerle serdikleri uzun bir sofrada ezanı bekliyorlar. Bizi de buyur ediyorlar. Ezana 5 dakika var.
 
 
TAYLAND ORDUSU MÜSLÜMANLARI ALMIYOR
 
Sofradaki askeri üniformalı genç dikkatimi çekiyor. Bildiğim kadarıyla Tayland ordusu Müslümanlardan kimseyi kabul etmiyordu. Birazdan şaşkınlığım ikiye katlandı, bahsettiğim asker sofrada kalkıp ezan okumaya başladı.
 
Dünyanın dört bir köşesinden gelmiş insanlarla iftar açmak tarifsiz bir duygu. Sofrada farklı kültürlerden farklı yiyecekler var. Su içince bendeki jeton düştü; çantada Adana’dan getirdiğim poğaçalar var. Sofrada bizim kültürden de bir şey olsun diye hemen onu getirip koyuyorum.
 
İftardan sonra hep beraber akşam namazını eda ediyoruz. Müezzinliği yine o asker yapıyor. Mehmet’e, namazdan sonra onunla görüşelim diyorum ama gencin maşallahı var, farzdan sonra uzun bir tesbihat ve dua yaptıktan sonra sünnetleri kılmaya başlayınca uçağa yetişelim diye aceleyle çıkıyoruz.
 
Gece 22:00’da Myanmar’ın Yangon şehrindeki Yangon Havaalanına iniyoruz. Burası Tayland’dan yarım saat geride, Tayland’da şimdi saat 22:30.
 
Havaalanında bizi İHH’nın buradaki partner kuruluşu Myanmar Resorce Foundation’dan (MRF) iki kişi karşılıyor.
 
MÜSLÜMANLAR DIŞLANMAMAK İÇİN İSİMLERİNİ GİZLİYOR
 
Arabayla giderken tanışmaya çalışıyoruz. Bizimle konuşan “ismim Ahmet Khan fakat resmi adım farklı” diyor. Meğerse buradaki Müslümanların çoğu İslami adını gizliyor. Resmi yerlerde Myanmar kültüründe olan isimleri kullanıyorlarmış. İslami kimlikleri devlet nezdinde ve Budist toplumda dışlanma, engellenme nedeniymiş.
 
Türkiye’de kullandığımız hatlar burada işlemediği için Myanmar’da kullanılan bir GSM hattı almak istediğimizi söylüyoruz. Burada bir GSM hattının bedeli 200 dolarmış, kontör ayrıca satın alınıyormuş. Niçin böyle pahalı diyoruz, “bu en ucuzu, daha önceleri bir hat 4 bin dolardan satılıyordu” diyorlar.
 
Gece 23:00 gibi otele yerleşiyoruz. Mihmandarlarımız sabah 09:00’da buluşmak üzere ayrılıyorlar.
 
Bugün Can Suyu Derneğinden arkadaşlar da Bangkok’ta Myanmar için başvurusu yapacaklardı. Mehmet onları tanıyor, oteldeyken onların vize alamadıklarını öğreniyoruz.
 
3. GÜN (30 Temmuz Salı)
 
Sabah ezan sesini duyunca şaşırıyor ve seviniyorum. Durum anlatıldığı kadar kötü değil diye düşünüyorum.
 
Günün ilk ışıklarıyla otelin penceresinden merakla şehre bakıyorum. Karşımızda bir Budist tapınağı var. Rahipler karınca misali sabah temizliğindeler. Birileri ortadaki su havuzunun kenarında yıkanırken diğer bir kısmı kıyafetlerini yıkıyorlar.
 
 
Rutubetli havadan dolayı özellikle eski binalar küf ve yosun tutmuş.
 
Mihmandarlarımızla Myanmar Resorce Foundation (MRF) merkezine gidiyoruz. MRF merkezi Müslüman nüfusun yoğunlukta olduğu bir yerde. Burada yapılan gıda dağıtımına iştirak ediyoruz.
 
BANGLADEŞ SINIRINDA BÜYÜK ÇATIŞMALAR YAŞANIYOR
 
MRF başkanı Chit Ko Ko yurt dışında, MRF’in Sittwe sorumlusu Ko Ko Li’den çalışmalar hakkında bilgi alıyoruz. İHH’nın Arakan bölgesinde Sittwe ve Mandala’da yaptırdığı shalter denen barakaların, su kuyularının, banyo ve tuvaletlerin yarısının tamamlandığını, diğerlerinin inşaatına devam edildiğini söylüyor.
 
Kendilerinin ve diğer Müslümanların durumlarını soruyoruz. Yangon gibi büyük şehirlerde Müslümanlara yönelik ciddi bir şiddet eylemi olmadığını ama Bangladeş sınırına yakın Arakan bölgesinde büyük çatışmalar yaşandığını söylüyor.
 
İŞ BULABİLMEK İÇİN KİMLİKLERİNİ GİZLİYORLAR
 
Kendisinin ve diğer birçok çalışanın Müslüman kimliklerini gizlediklerini, resmi makamlarca Budist diye bilindiklerini söylüyor. Aksi takdirde hiçbir iş yapamayacaklarını belirtiyor.
 
İslami hassasiyet taşıyan kişi ve kuruluşları soruyor, onlarla tanışmak istediğimizi söylüyoruz. El Ezher Enstitüsünden ve onun başkanı Abdüsselam beyden bahsediyor. Onunla görüşmek üzere yola çıkıyoruz.
 
GÜZEL GÖRÜNMEK İÇİN YÜZLERİNİ PUDRA İLE BOYUYORLAR
 
Dışarıda giyimlerinden Müslüman oldukları belli olan çok insana rastlıyoruz. Müslüman olan ve olmayan bayanların ve çocukların çoğunun yanakları ve alınları pudravari bir boyayla boyalı. Güzel gözükmek için bunu sürüyorlarmış. Bizde olsa çirkin kabul edilir. Ama herkesin kendine göre bir zevki var. Daha görmedik ama Myanmar’ın kuzey bölgesinde boyunlarını uzatmak için boyunlarına halka takan bayanları çoğunuz duymuşsunuzdur.
 
 
El Ezher Enstitüsünün başkanı Abdüsselam Beyin evine geliyoruz. Evini aynı zamanda büro olarak da kullanıyor. Oraya vardığımızda gazeteci olduğunu sandığım bir Amerikalıyla röportaj yapıyordu.
 
Abdüsselam beyle uzunca oturduk. Bilmediğimiz birçok şey anlattı bize:
 
İSLAMİ EĞİTİM VERMEK YASAK
 
Myanmar’da İslami eğitim vermek yasak. Kendileri Arapça dil eğitimi adı altında Kuran ve Hadis dersleri vermeye çalışıyormuş. Her yıl 5-10 kişiyi Pakistan ve Malezya’ya dini eğitim için gönderiyorlarmış fakat son birkaç yıldır oralardan aldıkları burslar kesildiği için kimseyi gönderemiyorlarmış.
 
Myanmar’da beş farklı Müslüman gurup var:
 
 1- Rohingya Müslümanları: Arakanda yaşayan bölgesel halk.
 2- Purmen Müslümanları: Myanmar yerlileri.
 3- Kaman Müslümanları: Hindistan ve Bangladeş’ten gelenler.
 4- Pashu Müslümanları: Malezya kökenliler.
 5- Panthay Müslümanları: Çin kökenli Müslümanlar.
 
MÜSLÜMANLARIN %70'İNE KİMLİK VERİLMEMİŞ
 
En kalabalık gurup Purmenler. Myanmar’ın nüfusu 50-60 milyon. Resmi kaynaklar Müslüman nüfusun 1,3 milyon olduğunu söylüyorlar. Fakat gerçek sayı 7 milyon civarında. Myanmar devleti ülkesinde yaşayan Müslümanların %70’ine kimlik vermiş değil. Müslüman nüfusun az gözükmesi ve hukuki bir hak talep etmemeleri için böyle yapılıyor. Yani anlayacağınız Myanmar Devleti Müslümanların %70’ini (5 milyon) vatandaşı olarak kabul etmiyor.
 
Myanmar Devleti, ülkesinde ikamet eden insanları üç guruba ayırıyor:
 
1- Myanmar yerlisi halk.
2- İngiliz sömürgesi döneminde ülkeye yerleşen çoğunluğu Avrupalı olan halk.
3- Ülkenin yerlisi olmayıp uzun süredir burada yaşayanlar. (Arakanlı Müslümanları bu kategoriye alıyorlar bu yüzden vatandaşlık vermeyi ret ediyorlar)
 
Müslümanlardan yolunu bulanlar 500 ila 5000 dolar arasında değişen rüşvetle kimlik/pasaport alabiliyorlar.
 
Myanmar’daki bu 5 İslami gurubun liderleri son bir yıldır beraber hareket etmeye çalışıyorlar. Daha bu yıl Uluslararası Birleşik Kongre Partisini yeni kurmuşlar. Kendi aralarında bir isim belirleyip devlete de bu ismi Myanmar’daki Müslümanların lideri olarak kabul ettirmeye çalışıyorlar.
 
CAMİ YAPMAK YASAK
 
1962’den beri ülkede Müslümanların yeni cami yapmasına izin verilmiyor. Yangon’da 13 cami var ama bunlardan sadece 3 tanesinde ezan okunmasına ve ibadet edilmesine izin veriliyor.
 
Abdüsselam Bey’e tebliğ çalışmalarını soruyoruz. Tebliğ çalışmalarının olduğunu ve sürekli İslam’a giren Budistler olduğunu söylüyor. Ayrıntılarını soruyoruz fakat fazla ayrıntı ve ismin çok tehlikeli olduğunu söyleyip açıklama yapmıyor. Müslüman olan Budistlerin hayati tehlike yaşadıklarını bu yüzden Müslüman olduktan sonra şehir değiştirdiklerini söylemekle yetiniyor.
 
Bir katalogda eski Budist Krallarının kullandıkları mühür örneklerini gösteriyor. Mühürlerde Allah, Muhammed ve Kelime-i Tevhid lafızları var. Müzelerde bunların görülebileceğini söylüyor.
 
Ülkede ortalama aylık gelirin 100 dolar olduğunu söylüyor.
 
Müslüman yetim çocukların durumunu soruyoruz. Yukarıda adı geçen beş gurubun ortak çabalarıyla 3 yetimhane kurulduğunu söylüyor. Bu yetimhaneleri ziyaret için ayrılıyoruz.
 
3 katlı bir yere geliyoruz. Burası kız yetimhanesi. Yetimhane sorumlusu bayanlarla görüşüyoruz. 7-16 yaş arası 76 yetim kızın burada barındığını söylüyorlar. Kız yetimlere bilgisayar ve el işi öğretiliyor. Üniversitede okuttuğunuz var mı diye soruyor, “hiç okutamadık” diyorlar.
 
ERKEK YETİMHANELERİ İSLAMİ EĞİTİM VERİLDİ DİYE KAPATILMIŞ
 
76 yetim ve personelin bir öğünlük yemek gideri 40-50 dolarmış. Adana’dan kesilmek üzere vekâleti verilen iki büyük baş kurbanı burada kesmeye karar veriyoruz.
 
Diğer iki yetimhaneyi soruyoruz. “Kapatıldı” diyorlar. Erkek yetimhaneleri İslami eğitim verildiği için kapatılmış. Burada Müslüman çocuğuna dinini öğretmek yasak.
 
Çocuklar nerede diyoruz. Annesi ve yakını olanlar ailelerinin yanında kimsesiz olanlar arkadaşlarının yanında barındırıyorlarmış.
 
İkindiden sonra şehri geziyoruz. Yangon nüfusu 600 bin. Şehrin ortasında büyük bir göl var. Etrafı mükemmel şekilde dizayn edilmiş. Çiçekler, ağaçlar, su ve gölün içinde iki başlı ejderha şeklinde yapılmış bina, müthiş bir hava veriyor. Gölün kenarında ahşaptan yapılmış köprüler üzerinde dolaşırken saati unutuyoruz. İftar saati yaklaşmış bile.
 
 
Rehberimiz Muhammed Emin bizi Müslüman bir Çin lokantasına götürüyor. Çin yemekleri denince içime bir tereddüt oluşuyor ama kapıda Arapça yazılmış “Helal” yazısı ve kasanın yanında duran sakallı ve takkeli adam endişelerimi alıp götürüyor.
 
Yemek söylerken yine temkinli olup bize daha aşina gelen yemekleri söylüyoruz. Aslında yabancı bir yerde yabancı bir kültürle yapılmış yemekleri yemek büyük risk, alışkın olmadığınız için mide fesadı geçirmeniz işten değil. Yarın uzun bir yola çıkacağız, fazla şansımızı zorlamayalım diyoruz.
 
4. GÜN (31 Temmuz Çarşamba)
 
Sabah 09:00’da Sittwe şehrine gitmek üzere havaalanına doğru yola çıkıyoruz. Trafik sorunu burada da var. Saat 10:30’da havaalanına ancak varabiliyoruz. MRF Sittwe sorumlusu Ko Ko Li bize eşlik ediyor. Hayatımdaki en sarsıntılı uçuşum oluyor. Bulutlardan hiç çıkamadık. Şiddetli türbülanstan zaman zaman 60–70 metre düşüşler yaşıyoruz.
 
Nihayet bir buçuk saat sonra Sittwe havaalanına iniyoruz. Pisti görmezseniz Anadolu’daki küçük bir kasabanın tren istasyonu zannedersiniz.
 
Normalde havaalanı çıkışlarında pasaport sorulmaz ama burada pasaport bilgilerimiz bir deftere kayıt edilip numara veriliyor.
 
CAMİLER YAKILIP YIKILIYOR
 
Havaalanını yaklaşık 300 metre geçtikten sonra ağaçların arasındaki yıkık bina dikkatimi çekiyor. Dikkatli bakınca yıkık bir cami olduğunu fark ediyorum. Durabilir miyiz diye soruyorum. Ko Ko Li “olmaz, tehlikeli” diyor. Bunun gibi birçok caminin yıkılıp yakıldığını söylüyor.
 
Arakan, Myanmar’ın Bangladeş’e sınır olan batı bölgesine verilen addır. Sittwe Arakan bölgesinin en büyük şehriymiş. Katliamdan sağ kurtulan Müslümanlar Sittwe kırsalına kurulan kamplara alınmışlar.
 
Sittwe’nin nüfusu 300 binmiş. 220 bini Müslüman 80 bini Budist’miş. Şimdi şehir merkezinde hiç Müslüman kalmamış. 11 farklı kampta 150 bin civarında Müslüman yaşıyor. Yine kampların çevresinde eskiden beri var olan Müslüman köyleri var.
 
Valizleri otele bıraktıktan sonra kamplara doğru yola çıkıyoruz. Sittwe çıkışında kamplara giden yolda bir polis noktası var. İsmimizi ve pasaport numaramızı alıyorlar.
 
Yol demek için bin şahit gereken patika, muson yağmurlarının etkisiyle daha da berbat hale gelmiş. Araba 4 çeker olmasa gitmemiz mümkün değil. Saat daha 15:00 ama şiddetli yağmur akşam karanlığındaymışız hissini veriyor.
 
Bölgede birbirine yakın 11 kamp var. Bu kamplar, Shalter denen, bambu ve kamıştan yapılmış evlerden oluşuyor. Çoğunluğu Müslüman ülkelerden gelen kuruluşlar bunları yapıyor. Myanmar Devletinin de yaptırdığı Shalter’lar var.
 
 
KAMPLAR AÇIK HAVA HAPİSHANESİ GİBİ
 
İHH’nın da yaptırdığı Shalter’lar var ama İHH daha ziyade buradaki tuvalet, banyo ve su kuyusu ihtiyacına el atmış.
 
3 numaralı kampa varıyoruz. Burada gıda dağıtımı yapılacak. Partner kuruluş MRF, hazırlıkları çoktan yapmış. 126 aileye gıda dağıtımı yapıyoruz.
 
 
İHH’nın biten ve inşası devam eden yapılarını kontrol ediyoruz.
 
Burası tam bir açık hava hapishanesi, insanlar buraya hapsedilmiş, dışarıya çıkmalarına müsaade edilmiyor. Bu bölgede toprağı olanlar pirinç ekerek bir nebze olsun geçimlerini sağlıyorlar. Ama diğerleri ancak dışarıdan bir yardım geldiği zaman karınlarını doyuruyorlar.
 
Kamplar, “hayvan bağlasan durmaz” tarzında berbat bir yer. 50 metrelik yolu geçene kadar her tarafımız battı. Sürekli yağan muson yağmuru her tarafı çamur deryasına çevirmiş.
 
MÜSLÜMANLAR AÇ VE AÇIKTA
 
Shalter dediğiniz şey 8 odadan oluşuyor. Her bir oda 3x2 metre ebadında ve her bir odada bir aile yaşıyor. Aileler ortalama 6 kişiden oluşuyor. Bir Shalterin tamamı 45 metre kare varın gerisini siz düşünün.
 
İnsanların üzerindeki kıyafetler paçavraya dönmüş. Biz olsak o kıyafetleri yer bezi olarak bile kullanmayız. Birçok çocuk tamamen çıplak.
 
 
Çok zalim bir dünyada yaşıyoruz. Sadece Myanmar devleti ve sapkın Budistler zalim değil, belki onlardan daha zalim olanı buradaki zulme seyirci kalan Müslüman ülke yöneticileridir.
 
Akşam iftarına katılmak ve iftarlık dağıtmak üzere diğer bir kampa gitmemiz gerekiyor fakat iftara 15 dakika var ve bizim oraya ulaşmamız bir saati bulacak. O insanları bekletip zulmetmemek için orada bizi bekleyen görevli arkadaşlara telefon edip bizi beklemeden dağıtım yapmalarını söylüyoruz.
 
Sittwe’ye dönüyoruz, iftar yapacağız ama tamamı Budist olan bu yerde lokantaya gitmemiz mümkün değil. İyi ki gelirken peynir ve zeytin getirmişiz. Otelde sıcak su isteyip çayla beraber kahvaltı yapıyoruz. Ko Ko Li’nin bize gönderdiği meyveler çok makbule geçiyor.
 
Bu akşam Adana’da ABD konsolosluğu önünde yapılacak olan “Ümmet İftarını” merak ediyorum fakat ne internet ne de telefonum olmadığı için hiçbir bilgi alamıyorum.
 
5. GÜN (1 Ağustos Perşembe)
 
Sabah yine kamplara doğru yola çıkıyoruz. Yolumuz üstündeki ilk kampta duruyoruz. Burada inşasına yeni başlanan bir cami/mescit var. Maddi imkânsızlıktan dolayı tamamlayamadıklarını söylüyorlar. Arkadaşların verdiği bağıştan camiye yardım yapıyoruz.
 
Diğer iki kampta 385 aileye yapılan gıda dağıtımına iştirak ediyoruz.
 
MÜSLÜMAN OKULLARI BARAKADAN
 
Başka bir kampta İHH’nın yaptırdığı Sağlık Kliniğini görmek üzere oraya gidiyoruz. Burası bir kamptan ziyade eski bir köy. Köyün girişinde Myanmar bayrağının asıldığı bir baraka var. Devlet okulu olduğunu söylüyorlar. İçerisi harabeyi andırıyor. Büyük bir kısmı parçalanmış ahşap zemin üzerinde 4-5 sınıf birden ders yapıyor. Yazı tahtaları bile tek parça değil, yan yana çakılı tahta parçaları üzerine yazılıyor.
 
 
Okuldan çıkarken kapının önünde biri, nereden geldiğimizi soruyor. “Türkiye” deyince gözleri parlıyor. “Türkiye’yi çok seviyorum” diyor. Öğretmen olduğunu söylüyor.
 
MÜSLÜMANLAR SEBEPSİZ YERE ÖLDÜRÜLÜYOR
 
“Türkiye’ye söyleyecek bir şeyin var mı?” diye sorup kamerayı açıyoruz. Biran duraksıyor, sonra “bu yaptığım tehlikeli, ama yine de söyleyeceğim” deyip anlatmaya başlıyor. Yaşadıkları zulmü, Myanmar devletinin kendilerini buraya hapsettiğini, sebepsiz yere öldürüldüklerini söylüyor.
 
“Onlara sorun, bizi niçin öldürüyorlar, biz ne yaptık, söylesinler. Tek bir şey bile söyleyemezler. Bu ülke çok geniş hepimize yeter, niçin çıkarmaya çalışıyorlar” diyor ve ağlıyor.
 
Dayanılacak gibi değil. Bir şey yapamamanın acizliği ve utancıyla gözlerimi kaçırıyorum. Peygamber efendimizin, yaşadığı işkence ve ölümler karşısında Yasir ailesine dediği “Ey Yasir ailesi sabredin, size cennet var…” sözü ağzıma geliyor ama söylemeye utanıyorum.
 
Mehmet “Abi, yeter dayanamayacağım” diyor. Zaten adamcağız selam verip hızlıca ayrılıyor.
 
Köye yöneliyoruz. Yol çok kötü olduğundan araba giremiyor. Paçaları dize kadar sıvayıp çamur ve suda yürümeye başlıyoruz.
 
 
Güzel bir klinik yapılmış. MRF’ın bir doktor, bir hemşire ve bir tercümanın olduğu iki sağlık ekibi dönüşümlü hizmet veriyor. İçeride hastaların çoğunluğunu kadınlar ve çocuklar oluşturuyor.
 
 
Öğlen namazı geçmek üzere, mescidi soruyoruz. Mescid lafını duyan tüm köylüler bizi mescide götürmek için seferber oluyorlar adeta. Meraklı gözlerle bize bakan kadınların yanından geçerken, bizimle yürüyenlerden bazıları bizim için “müselman, müselman” diyorlar.
 
Abdest için birkaç kişi birden su tutmaya çalışıyor. 50-60 yaşlarında beyaz sakallı biri suyu kimseye bırakmıyor. Sıkıla sıkıla tulumbadan akıttığı suyla abdest alıyorum. İçeri girerken biri hemen takkesini uzatıp veriyor.
 
Namazı kıldıktan sonra mescitten çıkarken yaşlı bir amca gelip sarılıyor. Öyle bir sarılma ki anlatılması çok zor. Sanki kırk yıldır görmediği kardeşine sarılır gibi sarılıyor. Duygulanmamak elde değil. Elini öpeyim dedim, gözleri dolmuştu. Gözyaşlarını görmemizi istemiyorcasına gözlerini kaçırıp hızlıca yürüdü.
 
Başka bir noktada yapılan gıda dağıtımından sonra diğer bir köye iftar dağıtımı için gittik. Sıcak iftariyelik dağıtımından sonra Sittwe’ye geri döndük.
 
 
Otelde güzel bir sürprizle karşılaştık. Endonezya’dan gelen 5 kişilik bir gurupla tanıştık. Onlar da bölgeye yardım çalışmaları için gelmişler. Gece geç saatlere kadar oturup sohbet ettik. Karşılıklı fikir alışverişinde bulunduk. Yangon’da Türkçe bilen Naim isminde bir kişiden bahsediyorlar. Sıcağı sıcağına görüşüp yarın için randevulaşıyoruz.
 
6. GÜN (2 Ağustos Cuma)
 
Sabah otelden çıkıyoruz. Uçağımız saat 14.00'da, daha vaktimiz var. Ko Ko Li'ye bizi Sittwe'yi gezdirmesini istiyoruz. 
 
Dört günden beri ilk defa bugün yağmur yok. Hava puslu ama zaman zaman güneş kendini gösterince acayip yakıyor. Güneştense boğuk yağmurlu havayı tercih ediyor insan.
 
Şehir küçük, Hint Okyanusu'na kıyısı var. Yakın yerlerde yemyeşil adalar gözüküyor. Çok merak ediyorum ama vaktimiz yok. 
 
Sahilden ayrılıp Budistlerin kampına gidiyoruz. Çatışmalar sonucu saflaşma olduğu için kırsalda Müslümanlarla beraber kalan Budistler'e şehir merkezinde bir kamp yapılmış. Müslümanların kamplarından daha düzenli ve yerden yüksek. Müslümanlarda bir barakayı 8 aile kullanırken burada her aile bağımsız bir barakada kalıyor. 
 
 
Önyargıyla baktığımı düşünmeyin ama bu Budistleri görünce içimi bir kasvet kaplıyor, ruhum sıkılıyor. İnanın dış görünüşü aynı olsa bile bir Müslümanla bir Budisti çok rahat ayırt edebiliyorsunuz. Müslüman’ın yüzünde nur var. Baktığınızda içinizi bir huzur kaplıyor. Bunu Yangon şehrinde birkaç defa yaşadım. 
 
Şehri gezerken yakılmış, yıkılmış iki cami daha görüyoruz. Fotoğraf çekmek istiyorum fakat tehlikeli diye yok diyorlar. 
 
Israrımla, havaalanına giderken daha önce bahsettiğim yıkılmış caminin yakınında durup ancak arabadan görüntü almama izin veriyorlar. Kamerayla görüntü alıyorum ama yoğun ağaçlar düzgün bir görüntü almama izin vermiyor. 
 
Uçağımız yarım saat rötarla havalanıyor. Gelişimizin aksine çok rahat bir yolculuk oluyor. Hafif bulutlar izin verince aşağıdaki uçsuz yeşilliğin, pirinç tarlalarının ve yılan gibi kıvrılan nehirlerin oluşturduğu manzara müthiş. Uçak küçük olduğu için alçaktan uçuyor bu da manzarayı iyice görmenize imkân veriyor. 
 
 
Yangon bulutlu ama yağmur yok. Endonezyalıların bize tavsiye ettiği Müslüman birine ait otele gidiyoruz. Naim Beyi arıyoruz ve otele geçeceğimizi söylüyoruz. O da hemen çıkacağını söylüyor. Otel gerçekten güzel. Naim Bey telefonla görüşünce indirim de yapıyorlar. 
 
Odaya daha tam yerleşmeden Naim Bey aşağıdan telefon ediyor. Lobide buluşuyoruz. Bizim soracağımız, Onun da anlatacağı çok şey var. 
 
Bu esnada Endonezya'da olan MRF Başkanı Chit Ko Ko'da havaalanından direk otele geliyor. Akşam personelle beraber iftarlarının olduğunu, bizim katılıp katılmayacağımızı soruyor. İftardan haberimiz yok, eğer kırılmayacaklarsa Naim Beyi davet ettiğimizi onu hemen bırakmamızın uygun olmayacağını söylüyoruz. Anlayışla karşılayıp çıkıyorlar.
 
Naim Bey, 80'li yılların ortasında üniversite okumak için Türkiye'ye gelmiş ama üniversitenin sonunu Amerika'da tamamlamış. Ticaretle uğraşıyor. Şuan buradaki siyasi bir partinin üst düzey yetkilisi.
 
İHH ile görüşmek için çok mesaj attığını, bizim gelmemize çok sevindiğini söylüyor. 
 
Arakan'da olaylar nasıl başladı diyoruz:
 
Aşırı ırkçı RNDP ve ALD partilerinin yıllardır Arakan bölgesindeki Budist Rakhanları kışkırttığını, 2012'nin Mart ayında Chaw Ni Mav'de Budist bir kadının tecavüz edilerek öldürülmesi sonucu kışkırtıcıların bunu 3 Müslüman gencin yaptığını söyleyip Rakhanları tahrik ediyorlar. 28 Mayıs'ta Arakan bölgesine başka yerden tebliğ için gelen 10 Müslüman, Rakhan Budistleri tarafından araçlarından zorla indirilerek vahşiye katledildiklerini, cenazelerin tanınmayacak hale geldiğini söylüyor. 
 
Bir hafta boyunca resmi makamların suçlular hakkında bir şeyler yapmasını bekleyen Arakanlılar, vurdumduymazlığı protesto için sokağa çıkıyorlar. Rakhanlılar, protesto yapan Arakanlılara saldırıyorlar. Polis, saldırgan Rakhanları durdurmak yerine Müslümanların üzerine ateş açıyor. Birçok kişi ölüyor. Müslümanlar da karşılık verince Rakhanlar polis ve askeri de arkasına alarak Müslümanların evlerine, işyerlerine ve camilerine saldırıyorlar. 
 
 
Bu topyekûn saldırı Sittwe şehrinden Mandalay ve diğer şehirlere de sıçrıyor. Çok kısa sürede Müslümanlar evlerini topraklarını terk edip belli yerlerde toplanıyorlar. Sözde Myanmar Devleti onların can güvenliğini sağlamak için kamplara alıyor. Ama bu kampların da sinsi bir amacı var:
 
Müslümanları bu kamplara tıkıp güvenlik riski var diye uzun yıllar bu kamplarda tutup ölümlerini beklemeyi planlıyorlar. Bunu başaramasalar bile uzun süre ev ve topraklarından uzakta kalan bu insanların tüm varlıklarına diğer Budistler el koyacak onlar da fazla bir hak iddia edemeyecekler. 
 
Arakanlı Müslümanların sıkıntısı yeni başlayan bir durum değil. Yıllardır sistematik bir zulüme tabi tutulmuşlar:
 
Öncelikle, binlerce yıldır bu topraklarda yaşamalarına rağmen Myanmar devleti bu insanları vatandaşı olarak kabul etmiyor. Pasaport, kimlik vermiyor.
 
Seyahat özgürlükleri yok. Kendi ülkelerinde bir yerden diğer yere gidecekleri zaman asker izin verirse gidebiliyorlar.
 
Yeni cami yapmaları yasak. Eskilerini onarmaları da yasak.
 
Asker izin vermeden evlenmiyorlar bile. 
 
Naim Bey, daha birçok şey anlatıyor. İftara davet ediyor. Akşam namazı için bir camiye gidiyoruz. Camide bulunanların bir kısmı etrafımızı sarıyor. Nereden geldiğimizi soruyorlar. Müslüman olmamız karşısındaki memnuniyetleri hallerinden okunuyor.
 
Uzun uzadıya sohbet etmek istiyorlar ama vaktimiz yok. Camiden dönerken Naim beyin partiden üst düzey görevli diğer bir arkadaşı bize katılıyor. Otelde geç saatlere kadar sohbet ediyoruz. 
 
Burada siyaset, iş ve eğitim alanında üst düzey Arakanlı insanların oluşturduğu bir istişare heyeti var. 
 
Naim Bey bir iş adamıyla yaptığı telefon görüşmesi sonunda yarın akşam bu heyetten bir kısım insanla beraber iftar yapmamızı teklif ediyor. Fakat yarın akşam Mandalay bölgesindeki kamplarda iftar yapacağız. 
 
Mandalay dönüşü görüşmek üzere ayrılıyorlar. 
 
7. GÜN (3 Ağustos Cumartesi)         
 
Sabah otel civarında küçük Budist çocuklar görüyoruz. Her çocuk cadde üstündeki kişilerden ve iş yerlerinden bir şeyler dileniyor, sonra onları bekleyen bir aracın arkasında sıraya girerek topladıklarını araçtaki kişiye veriyorlar. 
 
 
12:00'da otelden çıkıyoruz. 14:00'da Mandalay’a uçağımız. Miaktila bölgesinde 3 kampı ziyaret edeceğiz. Yintaw kampında gıda dağıtımıyla beraber akşam iftarını ve sahuru da beraber yapacağız. MRF Başkanı Chit Ko Ko ve genç bir arkadaş daha bize eşlik ediyor.
 
Uçağımız 2 saate yakın rötar yapıyor. Mandalay’a indiğimizde gün batmak üzere, Miaktila için daha bir buçuk saat yol almamız gerekiyor.
 
Dümdüz ovada yeşillikler içinde yol alıyoruz. Etraf ıssız. Gün batımı ortamı daha da güzelleştiriyor. 
 
İftardan ancak bir saat sonra Yintaw kampına varabiliyoruz. Yintaw kampı, daha önce Arapça eğitim veren geniş avlusu olan bir kompleks içinde yer alıyor. Burası devletin denetiminde değil. Külliyenin 3-4 binası dışındaki alanda naylon, saz ve bambudan küçücük kulübeler yapılmış. 
 
Kampta hummalı bir çalışma var. Burada ve diğer iki kampta dağıtılacak gıdalar küçük paketlere ayrılıp tasnifleniyor. Varilde getirilmiş sıvı yağlar şişeleniyor. 
 
 
Yetkililer daha iftar yapmamışlar, bizi bekliyorlar. Beraber iftar yapıyoruz. Paketleme işlemini seyrettikten sonra yetkililerle sohbet ediyoruz. Hepsi genç, bunu söyleyince yüzler acıyla donuklaşıyor.
 
Kendilerine önderlik yapan daha büyük insanların olduğunu fakat bir kısmı öldürüldüğü bir kısmı da hapse atıldığı için iş kendilerine düşmüş. 
 
Kampın sorumlusu 28-30 yaşlarında Ömer Khan. Kendisi bir iş adamı. Çin ile Myanmar arasında kargo işi yapan bir lojistik firması var. Olaylar sonunda tüm varını ve gücünü bu insanlar için kullanıyor. Kamptakiler kendisine saygı ve sevgi duyuyor. Ona eşlik eden Kur'an Hafızı diğer bir genç arkadaş daha var. Ömer Khan daha mülayim dururken Hafız olan diğeri bir din âliminden ziyade sert bir komutan edası var. Kendilerine gıpta ediyorum. 
 
Geç saatlere kadar konuşuyoruz. Bir yerde dil susuyor gönülden gönüle cümleler akmaya başlıyor. 
 
Gece yarısına doğru paketleme işlemi bitiyor. Bu sefer de sahur için hummalı bir çalışma başlıyor. Bir yanda kazanlar kaynıyor diğer yanda hamurlar açılıyor. 
 
Otel yerine kampta kalmaya karar veriyoruz. Zaten sahurda burada olacağız. Yatacağız ama adamların bize göre yerleri yok. Revir olarak kullandıkları bir odadaki iki tahta yatağı bize veriyorlar. Bir saat kadar yattıktan sonra sahura çağırıyorlar.
 
 
Bu gece kadir gecesi, böyle anlamı bir geceyi böylesi anlamlı bir yerde mazlum insanlarla beraber yaşamak Allah'ın bize verdiği bir lütuftur. Ne kadar hamd etsem az. Sahur için yemekler dağıtılırken mescitte teheccüt kılayım diyorum.
 
Mescitte namaz kılan birkaç kişi daha var. Fakat ön tarafta biri yaşlı diğeri genç iki kişi dikkatimi çekiyor. Genç, gözyaşları içinde kıyamda Kur'an okuyor. Yaşlı olanı ise avuçlarını açmış dua ediyor. Yanına duruyorum ama kendini o kadar duaya vermiş ki kimseyi görmüyor. Kısık bir sesle yaptığı duayı duyuyorum. Anlamıyorum ama çok sık ümmet lafı geçiyor. Hıçkırıklar içinde hem kendilerine hem de diğer coğrafyadaki Müslümanlara dua ediyor. Yaklaşık 20 dakika içten bir halle dua ediyor. Ben de bu insanların samimiyetine ve mazlumluğuna sığınarak avucumu açıyorum. 
 
Sanırım hayatımdaki en anlamlı sahuru yapıyorum. Sabah namazından sonra yatalım diyoruz. Saat 05:00, 07:00'da kalkıp diğer kamplara geçeceğiz. Uzanıyorum ama sivrisinekten uyuyamıyorum. Dışarı çıkıyorum. Saat 06:00, neredeyse herkes uyanmış. Mehmet'in getirdiği balonları çocuklara dağıtıyorum. Yabancı olmamız nedeniyle bizi uzaktan izleyen çocuklarla, balon sayesinde sıcak diyalog kuruyorum. Yaklaşık bir saat onlarla muhabbet ediyorum. Onlar benim ben onların dilini anlamıyorum ama gayet iyi anlaşıyoruz. 
 
 
8. GÜN (4 Ağustos Pazar) 
 
07:30 civarı Poesat kampına doğru yola çıkıyoruz. 20 dakikalık yolculuktan sonra Poesat'a varıyoruz. Kapıda askerler var. Omar Khan arabada beklememizi söylüyor. Bizim izinsiz içeriye girmemiz yasak. İzin talebinde bulunmadık çünkü %99,9 hayır diyeceklerini biliyoruz. Omar Khan'ın sadece Müslümanlar üzerinde değil, yerli Budist halkın üzerinde de ağırlığı var. Kapıdaki askerlerle görüşüp bizi içeri aldırtıyor. 
 
ESKİ DEPOLAR MÜLTECİ KAMPI YAPILMIŞ
 
Kamp BM ve Myanmar Devletinin kontrolü altında. İçerisi diğer kamplardan farklı değil. Duvarlarla çevrili bir alanda içinde büyük ve uzun iki betonarme bina var. Eskiden Depo olarak kullanıldığı anlaşılıyor. Depo içinde aileler, aralarında herhangi bir duvar, perde olmadan iç içe yaşıyor. İki bina arası ve etraf yine bambu ve sazlardan yapılmış kulübecikler var. İnsanların hâli perişan. 
 
İznimiz olmadığı için gıda dağıtımını hızlıca yapıp çıkıyoruz. 
 
 
Yae Yin Myit kampı da diğer kampın bir benzeri ama alanı daha geniş ve ahşaptan büyük barakaları var. Barakalarda 20'den fazla aile yaşıyor. Mahremiyet yok, rahat yok, huzur yok. Normalde insanlar bu tip yerlerde iki günde birbirine girer, tartışma yaşar ama biz böyle bir duruma şahit olmadık. Birbirilerine gayet saygılılar.
 
 
Fotoğraf çekmek için barakalar arasında dolaşırken, insanlar kim olduğumuzu soruyorlar. Yanımızdaki rehber arkadaş "Müselman" deyince yüzleri bir gülümseme kaplıyor.
 
Çocukların fotoğrafını çekerken Müslüman olduğumuz lafını duyan iki yaşlı nine hemen bize doğru adeta koşarak geliyorlar. Elimi tutup uzun uzun bir şeyler söylüyorlar. Sadece Salâvat, Tekbir ve Elhamdülillah gibi İslami kavramları seçebiliyorum. Kırk yıllık ahbabını yıllar sonra görmüş biri gibi samimiyetle ellerimden tutup bırakmıyorlar. Sanki söyleyecek çok şeyleri var gibi. Dediğim gibi dil anlamasa da yürekten yüreğe bir yol var. Ne dediler derseniz tek birini söyleyemem ama onların ne demek istediğini, yüreklerinden geçenin hepsini hissettim diyebilirim.
 
 
Gıda dağıtımına geçiyoruz ama bizi fark eden askerler sorun çıkarıyorlar. Arkadaşlar bizi hemen kamptan çıkarıp pasaportlarımızın fotokopilerini askerlere vererek sorunun büyümesini engelliyorlar. 
 
Meikhtila şehrinde bir Müslüman’ın evinde kamptan gelecek arkadaşları bekliyoruz. 
 
Meikhtila sanırım 50 bin civarında bir nüfusu var. Şehrin tek bir ana caddesi var. Oradan geçerken Müslümanların yanmış yıkılmış evlerini, işyerlerini, camileri görüyoruz. Buradaki yıkım 4 ay önce Mart ayında olmuş. 
 
Evine misafir olduğumuz 55'li yaşlardaki teyzenin vakarlı bir duruşu var. Evinin etrafı yakılıp yıkılmışken, can güvenliği yokken burada kadın başına nasıl durabiliyor diye soruyoruz. Gülüyorlar, ona kimse karışamaz diyorlar. 
 
Yakılmış, yıkılmış yerlerin fotoğrafını çekmek istediğimi söylüyorum. Tedirginler, sıkıntı çıkabilir. Bunu Türkiye’deki insanlara göstermem lazım diyorum. 
Mehmet'in üzerinde İHH tişörtü var diye onun kalmasını istiyorlar. Ben ve Chit Ko Ko beraber cadde boyu yanmış yerleri çekiyoruz. Yanmış caminin önüne gelip çekim yaparken etrafımızı kalabalık bir gurup sarıyor. Gözlerde merak ve yarı öfke var. 
 
Biran için tedirgin oluyorum. Ne yaptım diyorum. Kendim için değil, şimdiye kadar çektiğimiz görüntü ve fotoğraflara el konulur diye korkuyorum. Onlar, burada yapılan çalışmaların belgeleri ve ilk defa burada İHH adına bu kadar kapsamlı ve profesyonel görüntü alınıyor.
 
Caminin içine girmeden dışarıdan aldığımız bir iki görüntüyle hızlıca geri dönüyoruz. Zaten evden 50 metre kadar uzaktayız. Sakallı, sarıklı veya takkeli olsam kesin bir hırgür çıkardı.
 
 
Dönerken dükkânın birinde okuduğu Kur'an'a dalmış biri dikkatimi çekiyor. Dükkâna girip selam veriyorum. Şaşkınlık ve sevinçle buyur ediyor. Niçin kampta kalmadığını soruyorum. Ailesinin kampta olduğunu fakat kendisinin burada özellikle kaldığını söylüyor. Birileri burada kalmalı diyor. 
 
TESETTÜRLÜ BAYANLARA SIK SIK SÖZLÜ SALDIRILAR OLUYOR
 
Kamplardan insanların zaman zaman şehre indiklerini söylüyorlar. Erkeklerde fazla problem yaşamıyorlar ama tesettürlü bayanlar sık sık sözlü saldırılara hedef oluyorlarmış. 
 
Burada Müslüman bayanlarda tesettüre çok fazla riayet edilmiyor. Bayanların büyük kısmı baş açık. “Neden?” diyorum. İslami eğitim veremediklerini, insanların İslam inancının bir bilgiden ziyade bir kültüre dönüştüğünü söylüyorlar. Böyle devam ederse birkaç nesil sonra İslam inancının kendiliğinden yok olacağını söylüyorlar. Yangon'a dönüyoruz. 
 
9. GÜN (5 Ağustos Pazartesi)
 
Bugün son günümüz. Allah’a hamdolsun verilen görevi sorunsuz tamamladık. Öğlen, MRF’te çalışmalarla ilgili eksik dokümanları tamamlıyoruz ve arkadaşlarla vedalaşıyoruz.
 
 
Yangon’daki Türk Elçiliğini ziyaret ediyoruz. Büyük elçi yok. Yardımcısı Ahmet Bey bizi karşılıyor. Ahmet Bey sıcak ve samimi bir insan. Çalışmalarımızla ilgili bilgi veriyoruz. Ahmet Beyde elçilik olarak bölgede yaptıklarından bahsediyor.
 
Meikhtila’daki Türk Şehitliği inşaatından bahsediyor. Şaşırarak, “Burada Türk Şehitliği mi var?” diyorum. 
 
İNGİLİZLE ESİR OSMANLO ASKERLERİNİ KÖLE GİBİ ÇALIŞTIRMIŞ
 
Birinci Dünya Savaşında İngilizler, Filistin/Süveyş cephesinde esir aldıkları 10 bin civarında Osmanlı askerini esir olarak Myanmar’a çalıştırmaya getiriyorlar. Meikhtila ve çevresinde bu esirlerden binden fazlası ölüyor. Elçiliğimiz bu insanların toplu mezarlarını şehitlik olarak düzenlemeye başlamış fakat olaylar başlayınca yarıda kalmış.
 
Akşam 18:00’da Bangkok’a oradan da İstanbul’a dönüyoruz.

AdanaXHaber'den alıntıdır. Dizgi Sütun Haber.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve adanagundemi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler 2023 acotr.org https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler 2023 casino siteleri deneme bonusu veren siteler